Gönderi

80 syf.
10/10 puan verdi
·
Liked
·
Read in 21 hours
Şunu net olarak söyleyebilirim: Kızıl Kahkaha, savaş temalı kitaplar arasından okuduğum en etkileyici eser. Bu durum üzerine belirleyici olan iki temel etken söz konusu: birincisi, yalın, az ama öz şekilde yer alan benzetmeler ve gerçekçiliğin yüksek olması. Gerçekçiliğin yüksek oluşunu yakinen anlamamı, yakın zamanda okuduğum Nadire Meter'in Mehmedin Kitabı (Güneydoğu'da Savaşmış Askerler Anlatıyor) eserine borçluyum. Buna iki kitaptan benzer iki paragrafı paylaşarak örnekleyeyim. Kızıl Kahkaha'dan: -Size söyleyeceğim. Size söyleyeceğim. İletin onlara. Ve yine sertçe bana bakarak ve bir kere daha parmağıyla tehdit edip altıpatları çıkardı ve şakağına ateş etti. Bu beni hiç şaşırtmadığı gibi korkutmadı da. Sigarayı sol elime alıp parmağımla yarasını yokladım, sonra vagonlara yürüdüm. -Şu öğrenci kendini vurdu. Sanırım, hala yaşıyor, dedim doktora. (s.25) Mehmedin Kitabı'ndan: Hiçbir şey düşünmek istemiyordum, uyumak hiç istemiyordum. Uyurken ölüyorsun. Adam getiriyor çömezi, "sen bekle, biz yatalım" diyor. Çömez de kulağında volkman şarkı dinliyor. Geleni duyamıyor tabii. Önce onun kafasını kesmişler. Sabah oldu, kimse inmiyor. Gittik baktık, dört şehidimiz var. Boğazları kesilmiş. Onların yerinde olmadığım için sevindim. Önce onu düşünürsün, nor­mal değil de, o zaman normal geliyor. "Şehit verdik" diye bize tepki gösterdiler. Suçluluk duygusu yaşatılmak isteniyordu ama hiç kafama takmıyordum. (s.64) Birisi kurgu diğeri ise gerçek ama anlattıkları aynı: cephedeki askerin kayıtsız ruh hali. Aslında bu tavrı, beynin vücudu hayatta tutma refleksi olarak yorumluyorum. Yanınızda ölen silah arkadaşlarınızın olduğu bir ortamda kayıtsız, soğuk psikolojiyi takınmazsanız bir sonraki çarpışmada zaafa düşüp ölebilir ya da aşırı hassas ruh haline girerek psikolojiniz tamamen alt üst olabilir. Öte taraftan kitapta tema, savaşın insan psikolojisinde yarattığı tahribat ve bunun insanlığın ortak aklını infilak ettirmesidir. Yazar bunu, iki koldan yapmış: birinci kolda bir subayın gözünden cephedeki durum, ikinci kolda ise subayın kardeşinin gözünden bir şehirde cephe gerisinin durumu anlatılmış. İlkinde, henüz kitabın ilk sayfalarında adeta birer zombi gibi yürüyen askerlere tanık oluruz. Subayımız bu durumu "Nereye gittiklerini bilmiyorlar, güneşin neden var olduğunu bilmiyorlar, hiçbir şey bilmiyorlar. Omuzlarının üstünde baş değil, acayip ve korkunç küreler var," şeklinde anlatır. Bu zombi sürüsü ancak bir bomba atılıp çarpışma tehdidi oluşunca tepki verir. Bu askerler, üniforma içine girdiklerinde kenara, yalnızca sivil kıyafetlerini değil ruhlarının büyük bölümünü de bırakmışlardır. Aldıkları sıkı eğitim onları tek tipleştirmiş, girdikleri çarpışmalar da kalan ruh parçacıklarını kayıtsızlık, yabancılaşma, aklı ve duyguları hayatta kalma noktasında odaklama halleri içinde tamamen yok etmiştir. Nihayetinde "Hareketlerimiz kendinden emin ve hızlı, emirler açıktı, eksiksizce yerine getiriliyordu, ama herhangi birimize ansızın kim olduğu sorulsa, bulanıklaşan beyninde cevabı çok zor bulurdu," diyen subayla olabildiğince empati yaparken kendimizi buluyoruz. Bundan da vurucu olan cümlesi ise "Ve hiçbirimiz korkmuyorduk ölümden, çünkü ölümün ne olduğunu anlayacak durumda değildik," şeklinde olur. Onca eğitim, estirilen kahramanlık hikayeleri, uğurlamalar ve daha nicesi aslında insanı hep bu psikolojiye, yani anlama yetisini yok edip sadece kışlada aşılanan tek tip asker moduna sokmak için değil midir? Yoksa bir insan kendi hayatından nasıl vazgeçebilir. Kitabın birinci kolu, subayın ilginç bir çarpışmada bacaklarını kaybederek evine gönderilmesiyla kapanır. Burada, çarpışmanın iki Rus birliği arasında olması ve subayın bir doktorla konuşmaları kitaba ismini veren delilik hali diye özetleyebileceğimiz Kızıl Kahkaha'nın ayak sesleridir. Yazarın anlatımıyla, vebadan bile kaçacak bir yer bulabilir, ona önlem alabilirsiniz lakin Kızıl Kahkaha'ya karşı çaresizsinizdir. İkinci kolda, subayın kardeşi başroldedir. Savaşı bizzat görmemiş lakin her gün cepheden gelen ölülere ve yaralılara, bilhassa da delirenlere tanık olmaktadır. Hassas bir bünyeye sahip olduğunu anladığımız kardeş, akıl üzerine bina edilmiş medeniyetin buhranını yaşamaktadır. Ona küçüklüğünden beri insanları, doğayı sevmek korumak, insan aklının ne kadar yüce ve yol gösterici olduğu öğretilmiştir. Lakin gelinen noktada tüm bunlar adeta bir anda yok olmuş, temel çökmüştür. Kardeş de yolunu kaybeder ve en acısı, bunun farkında ve onu istemektedir: "Aklımı yitirmek bana saygıdeğer bir şey gibi geliyor, tıpkı nöbetçinin görev yerinde can vermesi gibi," diyerek deliliği saygın bir konuma taşır; "Ah keşke şeytan olsaydım! Cehennemin hava niyetine soluduğu tüm dehşeti dünyalarına taşırdım; rüyalarının efendisi olurdum ve uykuya dalmadan önce gülümseyerek çocuklarını kutsadıkları sırada karşılarına kapkara dikilip…" der lakin şeytan olamayacağını bilir ve aynı zamanda artık bu temeli çökmüş, ayarı bozulmuş, raydan çıkmış medeniyetin 'aklı' başında bir üyesi olamayacağının da farkındadır, bundan dolayı son çare olarak "Evet, aklımı kaçırmak zorundayım, ama bir an önce. Bir an önce…" der ve Kızıl Kahkaha atmaya başlar. Kızıl Kahkaha, hem savaşın insan psikolojisindeki tahribatını gerçekçi şekilde göstermesi hem de bunu yaparken edebi açıdan okuru doyurması bakımından oldukça kıymetli bir eser. İyi okumalar.
Kızıl Kahkaha
Kızıl KahkahaLeonid Andreyev · İş Bankası Kültür Yayınları · 20195.4k okunma
··
1 plus 1
·
2,080 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.