Gönderi

Sibirya bölgesindeki Tobolsk vilayetinin Tara karyesinde dünyaya geldi. Buhara'dan Sibirya'ya göçen Özbek asıllı bir ailenin çocuğudur. Yedi yaşından itibaren medrese eğitimi almaya başladı. 14-15 yaşlarında iken peşpeşe hem annesini, hem de babasını kaybetti. Ailesinin fakir olması ve hiçbir miras bırakamamaları sebebiyle eğitimini çalışarak sürdürmek zorunda kaldı. Kazan civarında dolaşırken yakalanıp hapse atıldı; 1 yıl sonra serbest bırakıldı. Bu arada zengin bir Kazak köylüsünün çocuklarına öğretmenlik yaptı. Bir yıl sonra (1879) Akmolla vilayetine giderek bir süre imamlık yaptı. Eğitimini sürdürme arzusunu açtığı zengin bir köylünün yardımıyla Medine'ye gitmek üzere İstanbul'a geldi (1879), parası kalmadığı için bir müddet burada ikamet etti. Rusya'dan gelip Hacca gitmekte olan zengin bir Tatar'ın hizmetkârlığını üstlenerek deniz yoluyla Arabistan'a gitti. Bir kaç gün Mekke'de kaldıktan sonra Medine'ye giderek (1880), yaklaşık beş yıl eğitim gördü. Daha sonra Medine'den ayrılarak Rusya'ya gitmek üzere deniz yoluyla İstanbul'a geldi (1884); Ahmet Vefik Paşa, Muallim Naci, İzmirli İsmail Hakkı gibi bir çok kişiyle görüştü. Sonra da Odessa üzerinden memleketi Tara'ya döndü (1885); halkın ısrarı üzerine buradaki medresede ders vermeye başladı. Aynı yıl, Tara'nın ileri gelenlerinden birinin kızıyla evlendi, bu evliliğinden Münir Ahmed, Kadriye ve Fevziye adlarında üç çocuğu dünyaya geldi. Tara'da altı ay kaldıktan sonra, Medine'de eğitim görmeleri için kardeşi İsmail ile akrabalarından beş çocuğu yanına alarak Tara'dan ayrıldı, Odessa üzerinden İstanbul'a geldi. Burada Maarif Nazırı Münif Paşa ile bir kaç kere görüştü. Bu görüşmelerden sonra Münif Paşa, İstanbul'da çıkan Umran Gazetesi'nde “Rusya Müslümanlarının İstikbâli” adıyla seri makaleler neşretti. Kardeşini ve akraba çocuklarını Medine'ye götürüp tekrar İstanbul'a uğradı. Bir süre sonra da Tara'ya döndü (1885). Bir yandan bu beldedeki medreselerin ıslahı, diğer yandan da yeni okulların açılması için çalıştı. Kendisi de bir usûl-i cedid açarak eğitime başladı. Bu okullarda okutulacak ders kitaplarını da, Kırım'da yeni eğitim metodlarına göre ders kitapları hazırlayan arkadaşı İsmail Gaspıralı'dan temin etti. Tara'da yedi yıl öğretmenlik yaptı. Bu esnada Türkiye, Hicaz, Mısır ve bazı Avrupa ülkelerinde bulunan dostlarıyla mektuplaşmasını sürdürdü. Bunlar arasında Cemalleddin Efganî, Şehabeddin Mercanî, Rızaeddin b. Fahreddin, İsmail Gaspıralı gibi şahsiyetler de bulunuyordu. Tara'dan yanına aldığı on talebeyle İstanbul'a geldi (1890) ve bunları Dâru'ş-Şafaka ve Dâru't-Tedris okullarına yerleştirdi. Bir kaç ay İstanbul'da kaldıktan sonra, Tara'ya dönüp eğitim-öğretim çalışmalarına devam etti. Daha sonra da İstanbul'a talebe getirmeyi sürdürdü. 1891'de Ufa'da Rusça dil imtihanını verdi, ertesi yıl da Orenburg Ruhanî Meclisi tarafından kadı tayin edildi. Azası olduğu Orenburg Şer‘î Mahkemesi reisinin Hacca gitmesi üzerine, mahkeme reisliğine getirilen Abdurreşîd İbrâhîm, sekiz ay bu görevde kaldı. Bu esnada yetim ve fakirler için dernekler kurdu, kendisi de gönüllü olarak bu derneklerde çalıştı. Petersburg'a gidip İçişleri ve Maarif bakanlarıyla görüşerek müslümanların meselelerine çözüm getirmeye gayret etti, başarılı olamayınca da mahkeme reisliği görevinden istifa edip İstanbul'a geldi (1887). Ufa'da yazdığı Livau'l-Hamd adlı risalesini burada bastırdı ve Rusya'ya götürüp dağıttı. Bu risalede, baskı altındaki Türkleri Türkiye'ye göçetmeye çağırıyordu. Ardından İstanbul'a döndü ve Çolpan Yıldızı adıyla bir risale bastırdı. İki yıla yakın İstanbul'da kaldıktan sonra, Buhara'ya giderek liderlerle görüştü, tekrar İstanbul'a döndü. Ardından V. Amfiteatrov'la görüşmek üzere İsviçre'ye gitti, bir kaç ay sonra İstanbul'a döndü (1897). Bir müddet sonra da İstanbul'dan ayrılarak Mısır, Hicaz, Filisin, İtalya, Avusturya, Fransa, Bulgaristan, Yugoslavya, Batı Rusya, Kafkasya, Maveraünnehir, Batı Türkistan, Doğu Türkistan, Yedi Su vilayeti ve Sibirya bölgelerinde çeşitli temaslarda bulunarak tekrar Tara'ya döndü. Burada biraz kaldıktan sonra Japonya'ya gitti, bazı temaslardan sonra Petersburg'a gelerek (1900) Mir’at adlı bir dergi çıkarmaya başladı. 1902-1903 yılları arasında tekrar Japonya'ya giden Abdurreşîd İbrâhîm burada anti-Rusya propagandasına katıldı. Rus elçiliğinin Japon hükümetinden ricası üzerine Japonya'dan ayrılması istendi. Abdurreşîd İbrâhîm Japonya'da bulunduğu sırada bir mektup yazarak Japonya'da İslâmiyet'in yayılması için Sultan II. Abdulhamid Han'dan yardım talebinde bulundu. Abdurreşîd İbrâhîm 1901-1903 arasında yaptığı Japonya sehahatiyle ilgili birşey yazmadığı gibi, Âlem-i İslâm adlı eserinde 1907'de Japonya'ya yaptığı seyahati ilk Japonya seyahati olarak göstermektedir. Abdurreşîd İbrâhîm 1904 baharında İstanbul'a geldi. Fakat daha evvel Japonya ve İstanbul'da Rusya müslümanları lehine, Rusya aleyhine yaptığı faaliyetlerden rahatsız olan Rus hükümeti, elçisi aracılığıyla Osmanlı Devleti'nden Abdurreşîd İbrâhîm'in tutuklanmasını istedi. Bunun üzerine tutuklanarak Rus görevlilerine teslim edilen ve Odessa'ya götürülerek hapsedilen (1904) Abdurreşîd İbrâhîm, yaklaşık iki hafta hapiste kaldıktan sonra Rusya müslümanlarının Rus hükümetine yaptıkları baskı neticesinde serbest bırakıldı. Buradan Kazan'a giderek Tatar aydınlarıyla görüştü. 1904 sonlarında Kazan'dan ayrıldı, Petersburg'a yerleşip bir matbaa kurdu. İlk olarak da Rusya'da yaşayan müslümanlar arasında siyasî ve dinî bir birlik kurmak/oluşturmak için Ülfet adlı bir dergi çıkarmaya başladı. Aşırı ilgi gören dergi, polis kayıtlarına zararlı basın olarak geçti. Derginin yazarları arasında, bu sırada Petersburg'ta hukuk tahsili gören Musa Carullah Bigi de bulunmaktaydı. Bir yandan Petersburg'ta yayın faaliyetlerini sürdüren Abdurreşîd İbrâhîm, diğer yandan da Rusya müslümanlarının siyasî hakları için çalışıyordu. 16 Eylül 1908'de büyük seyahatine Kazan'dan başlayan Abdurreşîd İbrâhîm nehir yoluyla Ufa'ya, oradan demir yoluyla Çilebi'ye, oradan Petropavlovski'ye [Kızılyar'a], oradan da Omski, Tomski ve İrkutski yoluyla Moğolistan'a uğradı. Buradan Mançurya'ya geçip bazı şehirleri dolaştıktan sonra Harbin vilayetine, oradan Viladivostok'a, oradan da gemiyle Japonya'ya hareket etti. Abdurreşîd İbrâhîm'in seyahatinin en önemli kısmını –eserde de görüleceği üzere– Japonya seyahati teşkil etmektedir. Japonya'da bazı şehirleri dolaştıktan sonra Tokyo'ya gelen Abdurreşîd İbrâhîm, burada yedi ay kadar kaldı. Abdurreşîd İbrâhîm 15 Haziran 1909'da Kore'ye gitmek üzere Japonya'dan ayrıldı, 19 Haziran 1909'da Kore'ye hareket etti. Bir hafta Kore'de kaldıktan sonra 27 Haziran 1909'da trenle Mukden'e hareket etti, bir hafta da burada kaldı. Ardından bazı Çin vilayetlerini dolaştı, sonra Pekin'e geldi. İki hafta Pekin'de kaldıktan sonra Hankov, Şanghay gibi Çin şehirlerini de gezdi. Ağustos ayı başlarında da Singapur'a hareket etti. Bir müddet civardaki müslüman adaları dolaştı. Parası bittiği için Singapur'da bir müddet daha kalmak zorunda kaldı, durumu farkeden Singapurlu müslümanlar, biletini alarak onu Hindistan'a yolcu ettiler. Önce Kalküta şehrine uğradı, burada bir kaç gün ikametin ardından Bombay'a geçti. Hindistan'ı baştan başa dolaşmak fikrindeydi, fakat İngiliz askerleri Bombay'dan izinsiz çıktığı gerekçesiyle Abdurreşîd İbrâhîm'i bir hafta kadar gözetim altında tuttular. Dostlarının yardımıyla gözetim altından kurtulan seyyahımız, bütün Hindistan'ı dolaşmak fikrinden vazgeçmek zorunda kaldı. Seyyahımız 7 Ekim 1909'da Yamaoka [Ömer] ile birlikte Bombay'dan gemiyle Hicaz'a hareket etti. Hac farizasını ifa ettikten sonra demir yoluyla Beyrut'a, oradan da gemiyle İstanbul'a geldi (1910). Hariciye Nezareti'ne bir dilekçeyle müracaat ederek Osmanlı vatandaşlığına geçmek istediğini bildirdi, 1912'de Osmanlı vatandaşlığına kabul edildi. Sırat-ı Müstakim idaresinin düzenlediği konferanslara katılan Abdurreşîd İbrâhîm, gezip gördüğü ülkelerdeki müslümanların durumunu, Avrupa devletlerinin Asyalılara-müslümanlara yaptıkları mezalimleri anlattı. Abdurreşîd İbrâhîm, Sultanahmed civarında bir eve yerleşerek yayın faaliyetlerine başladı. Özellikle Mehmed Akif ile aralarında derin bir dostluk oluştu. İtalya'nın Trablusgarb'ı istila etmesi üzerine önce, İtalyanları protesto etmek üzere Roma'ya gitmeyi düşünen Abdurreşîd İbrâhîm, sonra, Trablusgarb'a gitmenin daha faydalı olacağı fikriyle Trablusgarb'a gitmeye karar verdi; bir kaç arkadaşıyla gemiye binip Mısır'a hareket etti, İngilizlerin sahil yolunu kapatmaları sebebiyle de Kahire'ye geçtiler, burada Arab kıyafetine bürünüp bir rehber ve deve kiralayarak yola çıktılar. Mısır çöllerinde hayatî tehlikelerle dolu yaklaşık bir aylık yolculuktan sonra –Libya ile Mısır arasında bulunan– Sollum şehrine vardılar, buradan da Derne'ye hareket ettiler. Abdurreşîd İbrâhîm Derne, Bingazi, Tobruk ve Trablusgarb cephelerinde bulunarak zaman zaman fiilen çarpışmalara katıldı. Bingazi cephesinde bulunduğu esnada Enver Paşa ile aralarında samimi bir dostluk oluştu. Abdurreşîd İbrâhîm Trablusgarb'ta beş ay kadar kaldıktan sonra İstanbul'a döndü ve Trablusgarb savaşıyla ilgili konferanslar verdi. Edirne'nin düşman eline düşmesi üzerine Abdurreşîd İbrâhîm, çıkarmakta olduğu İslâm Dünyası adlı dergide, dünya müslümanlarının birleşerek Osmanlı devletine yardım etmeleri çağrısında bulundu. Japonya, Çin, Hindistan, Singapur, Cava ve Malezya'daki dostlarına mektuplar yazarak onları cihada davet etti. 15 Mart 1912'de Tokyo'da çıkan bazı gazeteler Edirne'nin işgalini siyah çerçeveler içinde halka duyurdu; ki bu durum, Abdurreşîd İbrâhîm'in Japonya'da Türkiye lehine oluşturduğu kamuoyunun büyüklüğünü göstermesi bakımından önemlidir. Abdurreşîd İbrâhîm bu yıllarda zaman zaman Anadolu'ya geziler yapıyor, çeşitli kimselerle görüşüyordu. Rusların 1 Kasım 1914'te kuzey-doğu Anadolu'yu işgal etmeleri üzerine Abdurreşîd İbrâhîm Enver Paşa'nın yanına giderek cephe gerisinde Türk askerlerine moral vermeye çalıştı. Ayrıca Rus saflarında çarpışan Rusyalı müslüman Türklerin, Osmanlı ordusuna katılmalarını sağlamaya çalıştıysa da başarılı olamadı. İstanbul'a dönen Abdurreşîd İbrâhîm, Türk-Tatar Heyeti'nin kurulması çalışmalarına katıldı. Bu heyetin bazı üyeleriyle birlikte mihver devletlerini ziyaret etmek üzere Sofya, Budapeşte ve Viyana'ya giderek temaslarda bulundu. I. Dünya Savaşı'nda Almanların Ruslardan aldıkları esirler arasında önemli sayıda Rusyalı müslüman Türk de bulunuyordu. Enver Paşa, Abdurreşîd İbrâhîm'den Almanya'ya gidip bu esirleri Osmanlı ordusunda savaşmaya ikna etmesini istedi. Abdurreşîd İbrâhîm de memnuniyetle kabul ederek esirlerle görüştü. Esir kampında bir mescid açılmasını temin ederek özellikle Cuma günleri bu mescidde imamlık yaptı. Verdiği vaazlarda söz konusu fikri müslüman esirlere telkin etti. Neticede esirlerin birçoğu Osmanlı ordusunda savaşmayı kabul etti. Alman hükümetinin de yardımıyla bu esirlerden "Asya Taburu” adıyla bir tabur oluşturularak 7 Mayıs 1916'da İstanbul'a getirilip Irak cephesinde İngilizlere karşı savaşa sokuldu. Stokckholm'da kurulan “Rusya'daki Yabancı Milletler Cemiyeti”nin kendisini Rusya müslümanlarının temsilcisi tayin ettiğini öğrenen Abdurreşîd İbrâhîm Stockholm'e gitti. Bahis mevzu cemiyet, 18 Mayıs 1916'da Amerika başkanı Wilson'a bir telgraf çekerek, Rusya'da yaşayan milletlerin yok olma tehlikesiyle karşı karşıya olduklarını bildirdi, ardından Berlin'e döndü. Bu sırada Kazan'da bulunan ailesi de Berlin'e geldi. Abdurreşîd İbrâhîm, ailesini Berlin'e yerleştirdikten sonra Lozan'a giderek bir konferansa katıldı, arkasından tekrar Berlin'e döndü ve Papa'ya, Rusya'da yaşayan müslümanlara yapılan zulüm ve baskıları bildiren bir mektup yazdı. Bir müddet sonra da İstanbul'a gelerek, Nafia Nazırı Abbas Halim Paşa'nın Bebek'teki konağına yerleşti. 1918'de de Teşkilat-ı Mahsusa tarafından İsviçre'de Rusya müslümanlarıyla ilgili bir büro açmak üzere görevlendirildi. Kiev'de açılmakta olan büyük elçiliğin organizasyonuyla ilgilendi. Mondoros Mütarekesi'nin imzalanmasından sonra da İstanbul'a döndü ve tekrar Sebilu'r-Reşad dergisinde makaleler yazmaya başladı. Eşini kaybetmesi (1918) üzerine, Berlin'de bulunan ailesini İstanbul'a getirmek için harekete geçti; beş yıllık uzun bir seyahate çıktı. Moskova'da bulunan Türk liderlerle ve bolşeviklerle ilişki kurarak soydaşlarına bu zor günlerde yardımcı olmaya çalıştı. Ayrıca Lenin ve Stalin'le de yakın ilişki kurdu; Türkiye, İran ve Afganistan'dan Kremlin'e gelenlere tercümanlık da yaptı. Bolşeviklerin baskısı üzerine 1923'te Moskova'dan ayrılmak zorunda kalan Abdurreşîd İbrâhîm İstanbul'daki ailesini alarak Konya'nın Cihanbeyli ilçesine bağlı Böğürdelik köyüne yerleşti (1925-1933), burada bazı eserlerini kaleme aldı; ancak bu arada İstanbul'a, Mısır'a, Hicaz'a seyahatlerde bulunmaktan da geri durmadı. 1933'te tekrar Japonya'ya gitmeye karar vererek İstanbul'dan yola çıktı. Mısır'da bir ay kadar kaldıktan sonra Hicaz'a geçti, oradan gemiyle Mukden'e (Çin) gitti, oradan Japonya'nın Kobe şehrine geçti, oradan da Tokyo'ya vasıl oldu (12 Ekim 1933). Abdurreşîd İbrâhîm hemen faaliyetlerine başlayarak, arsası çok önceden temin edilen, fakat bir türlü yapılamayan Tokyo Camii'nin planlarını hazırlatıp temelini attırdı. Camii, dört yılda tamamlanarak açılışı yapıldı (1937). Bu arada Abdurreşîd İbrâhîm bir yandan da Japon gazetelerinde ve Kazanlı Kurbanali'nin çıkarmakta olduğu Yeni Yapon Muhbiri isimli dergide makaleler neşrediyor, Tokyo'daki müslüman Tatar çocuklarına din ve tarih dersleri, haftanın muayyen günlerinde de konferanslar veriyor; aynı zamanda Tokyo Camii'nde imamlık vazifesini de yürütüyordu. Onun sayesinde birçok Japon Müslümanlığı kabul ediyordu. Abdurreşîd İbrâhîm'in İslâm dini için yaptığı en büyük hizmetlerden biri, İslâm Dîni'nin Japon parlamentosunda resmî din olarak tanınması (1939); bir diğeri de, Japon ders kitaplarındaki İslâmiyet'le ilgili bölümlerin düzeltilmesidir. Japonya'da İslâmiyet'in daha iyi tanınması için İngilizce-Arapça bir dergi çıkarmayı düşünüyordu, fakat ömrü vefa etmedi; artık iyice de yaşlanmış olan Abdurreşîd İbrâhîm, 17 Ağustos 1944'de 87 yaşında Tokyo'da vefat etti. Japonya'nın çeşitli bölgelerinden ve yakın ülkelerden cenazeye iştirak etmek isteyenlerin çokluğu yüzünden cenazesi, ancak üç gün bekletildikten sonra toprağa verilebildi. Allah rahmetine gark eylesin.
·
146 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.