Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

430 syf.
9/10 puan verdi
·
Beğendi
·
9 günde okudu
Kız babası da olmam nedeniyle mi bilmem, Meryem ve Leyla üzerinden işlenen “Afganistan’da kadın olmak” konulu eser, üzerimde ciddi bir etki bırakmakla birlikte, bir erkek olarak da “erkek egemen dünyasını” sorgulamama neden oldu. Bunun yanında, Ortadoğu coğrafyasında “din istismarı” adı altında da yönetimi elinde tutmak isteyen zümrelerin dini bir amaç için kullanarak, kendi meşruluklarını sağlamak ve geliştirmek adına yaptıkları her tür entrikanın insan hayatı için ne denli zor ve kabul edilemez olduğu da açıkça görülmektedir. Ortadoğu’ya uzak bir yerlerde yaşayan bizler, televizyon ve gazete kupürlerinin etkisiyle bölgeye karşı bakış açımız her zaman negatif ve ön yargılı bir seyirde sürmektedir. Fakat kitapta da görülebileceği gibi, aslında kötü olan hayat yada coğrafya değil; kötü olan insanın ta kendisidir. Bunun temeli de insanın dünyayı değiştirme hastalığı ve önyargısından kaynaklıdır. Güçlü olan herkes var olan gücünü dünyayı değiştirmeye harcarken, bu uğurda amacına ulaşmak için “soykırım” da olmak üzere her türlü kötülüğü yapmış ve yapmaya da devam etmektedir. Oysa insan, dünyayı değiştirmek yerine kendini ortama göre değiştirme büyüklüğünü gösterse, başta bugün okuduğumuz bu kitapta olduğu gibi dünyada bu denli kötülükler yaşanmazdı. Semavi dinlerin de doğup, dünyaya yayıldığı yer olmasından dolayı da, bölgenin bilime ve dine bakış açsısını da iyi bilen dış mihraklar, bunları kullanarak bölgeyi uluslararası politikanın en önemli mücadele alanına dönüştürmektedirler. Bir nevi bölgeyi bir deneme yada birbirlerinin sabrını sınama alanı olarak gören güçler, burada güç dengesi, terörizm, silahlanma, etnik ile mezhepsel çatışma gibi kavramların deneme ve uygulanması yapılmaktadır. Kitaba ilk bakışta bakıldığı zaman, dini istismar, yabancılaşma, ötekileştirme, insanlık onuru, çağdaş kadın, vicdan azabı, zina, sapkınlık, fedakarlık, aşk ve mucize gibi birbirinden çok ayrı ve zıt kavramların bir başlık altında toplanmış olması şaşırtıcı olabilirken, fakat yazarın sihirli sözcükleri bütün bunların trajik bir gerçeği gözler önüne sermektedir. Kitabı okurken insanın insan olmaktan utanacağı ve bizlerin yapmaktan hoşlanmadığımız bazı küçük iyiliklerin insanlar için ne denli mucize anlam taşıdığı açıkça yaşatılmaktadır. Okurken, dünyada barış ve istikrarın sağlanması için hepimize sorumluluk düştüğü mesajı da açıkça verilirken, sadece olaylara empati kurarak yaklaşılmasının ne denli önemli olduğunun da altı çizilmektedir. Kitabın ana konusuna gelince, tarihi arka planda Sovyet işgali sürecinden bugünlere kadar Afganistan’da yaşananlar işlenirken, bu dönem zarfında Sovyet rejimi, Mücahitler, Taliban arasında el değiştiren yönetimlerin ülkeye bakışı ama özelde de aile ve kadına yaklaşımları örnek olaylar üzerinden işlenmeye çalışılmaktadır. Bu süreci özellikle modernite ve “muhafazakarlık” kavramlarının karşılaştırmasıyla ülkede yaşananları resmetmeye çalışan yazar, özellikle “şeriat” adı altında toplumsal çözümlemelerin yaşanmasını ve aile kavramının ayaklar altına alınmasını ve öldürülmenin meşruluğu da açıkça eleştirilmektedir. Modernitede kadın olmanın doktor, avukat, mühendis olmakla eşdeğer olduğuna vurgu yapılırken, dini istismar altında oluşturulan sözde “muhafazakarlık” döneminde ise kadın olmanın bir nevi suç olduğu gerçeği yansıtılmaktadır. Burada yazar örnekleriyle, kadının nasıl ötekileştirilerek, erkeğin “dini istismar” çerçevesinde kendi kölesi durumuna düşürdüğünü etkili bir biçimde gözler önüne serilmektedir. Oysa İslam dini hayatın merkezine kadını yerleştirilmesine ve negatif anlamda kadın ile erkek ayrımı yapmamasına rağmen, dış mihrakların etkisiyle İslam’ın Ortadoğu’da ne denli yozlaştırıldığı da bölgede yaşamayan Müslümanlar olarak bizlere korkunç örnekleriyle sunulmaktadır. Bunun temelinde de bizleri okumak yerine çok fazla kulaktan dolma sohbetleri dinlememizden ve kendi dinimizi başkalarından öğrenme hastalığımızdan kaynaklanmaktadır. Bu da dini hayatımızın başkaları tarafından çizilmesine ve Allah ile kul arasına “cemaat” gibi aracıların sokulma yanılsamalarının çoğalmasına etki etmektedir. Kitapta ayrı bir parantez de kadınlara ilgili bakış açısı ve Afganistan’da kadın olmanın ne olduğu açıkça konu bahis edilmektedir. Ülkede yönetimler değişmesine rağmen, değişmeyen tek gerçek ülkede kadın olmanın ikinci derece insan olmakla eşdeğer olması gerçeği olmuştur. Dini istismar adı altında kadının varlığı sadece erkek için bir gereksinim olarak görülürken, tarihsel süreçte yürütülen siyasetin cinsiyeti mücadelesi halen Afganistan ve onun gibi düşünen ülkelerde halen yürütüldüğü gerçeği insanın yüzüne vurulmaktadır. Özellikle kitapta, eşleri savaşan yada öldürülen kadınların rejimsel nedenlerden dolayı sokağa çıkamadıkları ve kendi gelirleri olmadıklarından dolayı açlıkla burun buruna kaldıkları, kurtuluş için de küçük kızların dedeleri yaşında inşalarla evlenmek zorunda kalmaları örneklerini okurken, rahat ve huzur içinde yaşan bizlerin yaşanan her haksızlığa karşı tepkisiz kalmamızı da bir daha yadırgadım. Dünyada insanlar açlıktan, yokluktan ölürken, tüketici toplumun bir esiri olan bizlerin var olanlarımızla yetinmeyerek, marka hastalığına olan tutkumuzun ile hep daha fazlasını isteme takıntılarımızın ne denli gereksiz olduğu açıkça yüzümüze vurulmaktadır. Her olayda insana farklı bir duygu yaşatan ve hayatımızı ciddi bir şekilde sorgulamaya iten bu “muhteşem” eseri (feminist düşüncesini savunan ve bunu uygulamaya koymak isteyenler hariç) herkesin okumasını tavsiye etmek istiyorum.
Bin Muhteşem Güneş
Bin Muhteşem GüneşKhaled Hosseini · Everest Yayınları · 2020101,1bin okunma
·
25 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.