Gönderi

445 syf.
·
Not rated
·
Liked
·
Read in 4 days
Sonlu Bir Yaşam, Sonsuz Bir Ölümsüzlük
Her şey, antik yunan Tanrı'sı Promete’nin çaldığı ateşin insan eline geçmesiyle hacim kazanmasının, yapılacaklar üzerine uyanışı ve genişlemesiyle başladı. Ateş, daha ilkin insanda bulunmasının, kendi bilinçleriyle yeniliklere izlerini bırakarak insanca mutluluklarına neden oluyorken içten bile olmayan ve kontrolden kolayca çıkabilecek bir arzunun kapalı kabından taşan hızıyla, potansiyelin fazlasını verdi. Artık ok yayından çıktıysa bir zinciri daha koparmış, kendine bağlamıştı insan. Tüm yapıp etmelerimizin zaman nehrinde iz bırakarak ileri sürüklediğinin bilincine varmış bizler, belki de buradaki görevimizin sonuna bir bilet almışızdır. Çaresizlik içinde dümdüz ilerlerken ruhumuzu savuran bir döngü içinde, belirli bir kapsamda çırpınıp dururken bir yandan neye karşı savaş verdiğimizi kavrar, ona istinaden düz bir çizgide tutarız metafizik boyutumuzu. Son bellidir, baş bellidir ve arada yaşam denen uzun görünüşte, sürprizli bir alan vardır. Ara ara yaşarken de ölür insan ve bu meçhullüğüyle korkutucu (çünkü insan, her halükarda bilmeyi kendine çeker ve arzuyla dilenir) ölümü tattığını düşünürse de, tam bir bilinç seviyesine ulaşmanın anahtarının da daima asıl deneyimden bulunacağını kavramanın kolaylığı, bu ruhu tam bir sıkışmışlığa çıkarır. Tutkularımızın öyle istençle sarıldığı ve hareketsiz kaldığı, aşkın bir paradoksun bizzat deneyimlendiğini hissedebileceği bir başka gücü düşünmek, çözülmemişlere yeniden düğüm atmak yoluyla karmakarışık süreçler oluşturmakla aynı olacak. Doğası gereği büyük ve olmazsa sonsuzun peşinden koşan insanlığın, gücü elde tutmak ve onu kendi alanında açığa çıkarmakla ilgili çalışmalarını anlattığı metinleri toplasak, uzunca bir listeyi hazırlamamızın kolay olacağını bilmemiz gerekir. Tanrılarla ölümün ardını ve ölümün sonucunu hazırlamış insan, bazen de bu dünyayı yalnız ve tek bir kişiliğe, kendi farklılığının zemininde kendine mahsus kılmayı ister. Varoluşu çözümlemeye, anlamlandırmaya çalışan Migel de Unamuno'nun sözleri, hep ve sonsuza dek olmamak, var olmamak gibidir deyişiyle, kendisini bu açık seçik ölümsüzlük arzusuna teslim edişini haklı kılmıyor mu? Onun dilini kendimizle özleştirmeye dünden hazır, ben ölmeyi istemiyorum, ne ölmeyi istemeyi, ne ölmeyi istemeyi istiyorum. Ben hep, yaşamak... deriz nasılsa. Ölüm varken biz yoksak biz yokken ölüm var mıdır, var olan bizimle yok olmaktaysa her şey bizimle mi başlamaktadır? Demokritos gibi düşünür ve bir durak hazırlarsak ölüm, yalnızca bu durağın insan biçiminden ayrıldığımız bir süreç olduğu yorumunu kaldırabilir pekala. Fakat bu süreçten sonra geçtiğimiz boyutun karanlık sorularını yanıtlamadığımız, yalnızca onu meşrulaştırdığımız düşünülüp söylenmeye ve bu düşüncenin karşısında durmaya, en az ölüme alınan tavır kadar müsait bir alan sunmakta. Hayatın doğası ölümlülük değil, ölümsüzlüktür. DNA ölümsüz bir moleküldür. Bu molekülün kendisi kopyalana kopyalana bugüne ulaştı... Önce ömrümüzü ikiye ya da üçe katlayacağız. Belki de, beyni yeterince iyi anlayabilirsek, bedenimizi ve beynimizi süresiz olarak uzatacağız. Ben bunun doğaya aykırı bir sistem olduğunu düşünmüyorum (Haseltine) Buradaki gibi ölümsüzlüğün temelde olağanlığın merkezine oturtulmasının asıl çözüm olduğunu söyleyen, doğal bir mümkünlükle elbette bedenin artık işlevsiz kalmayacağını bulacak yetkiyi yakalayacağımızı savunan düşünceler varlıklarını sürdürürken, yenilerini de temelli temelsiz ayırmadan önümüze yığıyor. Tutkularımızın peşinden gidiyor, onların erdemden yapılma bahanelerin omuzlarında yükselmesine alan tanıyor, zihnimizin tümüyle ahenkli bulduğu bu mantık düzleminde, mantığımızdan eksik bir sonsuzlukla vücut bulan arzumuzu uygulamaya çareler arıyoruz. Var olma düşkünlüğümüzü geriye atmadan, sonra geçecek saniyeleri boş vererek bir dakikalığına, anda kalan zevklerimizin güvenine ve çekiciliğine hapsoluyoruz. O dakika var olup tüm zihinler üzerimize çevrildiğinde tamamıyla aradan parlayacak ve henüz taze, bizim tatminle beslenen ruhumuza hitap edecek bir parlamaya sarılabilecek, onu her şeyden ve herkesten sakınacak, mutlaka ki kendi hayalimize senkron edecek duruma geliyoruz. Hele ölümsüzlük gibi bir sonsuzluk istemini hakikate çevirirsek, sonsuzluğun karanlığında parlayan bu yeniliklere, ne yazık o sonsuzun büyüklüğünde çok kısa bir an, var olmanın istendiği kadar bir an sahip olur, bir başka umuda değin, yine kendi ölümümüze döneriz. Fosca ölümsüzlüğe kavuştuğundan bu yana ölüydü, kendi çevresinin bir düzlemde bulunmasına tutunamayan, evreni sahiplenecek vakitsizlikte kaybolmuştu. Oysa tüm bir evrenin o değil, evrenin o olması, insanlığın kaldırabileceği tek olasılıktı. Ve her hakimiyet isteği toplanarak oluşturduğu karanlığa Fosca'yı tutsak ederken duygularını, bizlerin zamanla hiçliğe karışan anlık değişimlerini sonsuza değin aciz bir bedenden ibaret bıraktı. Duygular, bizlerin tek gerçeği değil miydi? Korkuyu aldı ölümsüzlük, cesareti aldı, sevincin aynı ânın paylaşılanını aldı. Artık o tutkunun sonucunda bahşedilen sonsuz yaşam uzamı, kimseyle birlikte olmadan, kendiyle birlikte sürüklediği kitlelerden fazla yüksek, her an hissizliğin aşağısına, derinine düşerek kendini imha eden, endişelenemeyecek kadar hükümsüz bir yaratım gerçekleştirmişti. Ve tutkularımızın istediği uzlam sonsuzluğu giyerse, bizlerin o bitip tükenmezlik uğraşımızın, yaşamın sonucunu bulmasıyla, varlığımızı aşmasını ilaç kılıp da hiçlikle yumuşadığımız boyutu çağırmaz, sınırlar içten kalkar. Tek bir an, her şey pahasına, yaşamın da dahil mi? Ama, her şeyin uğruna, en acısıyla neyin pahasına artık? İnsanların kanalize olduğu o tek, anlatılamayacak eşsiz ve tüm duyguları taşıyan an, çizginin dışından ne de düz ve tek... Yüzyıllar evvel söylediğiniz bir söz dudağınızın ucuna gelir de çıkmaz, her nehrin ardında keşfedilip fet edilecek bir başka ülke bulmak geri planda kalır, her nehir ardında bir kara ve o, bir başka nehir gizler. Senin zamanında arabaları atlar çekerdi, fakat arabaların topallayarak kendiliğiyle, kendiliğinden yürümeye başlaması da senin zamanın değil miydi? Hangisi senin, senin için bir zaman? Simya zamanında mı sensin, kimyayla formüller karıştırırken mi? Kendinden evvel bencilliğinle fareyi sonsuzluğa hapsettin, en büyük cinayetin işte...
Bütün İnsanlar Ölümlüdür
Bütün İnsanlar ÖlümlüdürSimone de Beauvoir · Alfa Yayıncılık · 2019350 okunma
··
783 views
Odessa okurunun profil resmi
Çağla, kalemine ve o müthiş zekana sağlık diyorum. Şaşkın kaldım kusura bakma, daha bu kadar erken bir yaşta böylesi bir anlatıma sahipsen ileride seni kim bilir nerelerde göreceğiz. Devamı gelsin bunların lütfen, harika, harika, harika 👏👏👏
Bilgisever okurunun profil resmi
Pek çok kıymetli düşüncene, okumana teşekkür ediyorum ben de. Yeni şeyler öğrenirken, onları yazmak ayrı bir memnuniyetken beğenmiş olman benim için sahiden değerlidir. Teşekkür ederim.🙏🏻🙏🏻🙏🏻
1 next answer
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.