Gönderi

Bizim insan karakteri olarak bildiğimiz şey doğuştan gelmez; öğrenme yoluyla elde ediliyor olmalı. İçimizdeki gerçek insan, antropolojinin anladığı şekliyle, sosyal ve kültürel dünya ile kurduğumuz bağlantı aracılığıyla ortaya çıkar. Her day. ranışın toplumsal bir kökeni vardır; nasıl giyindiğimiz (ya da aslında niye giyindiğimiz), dille nasıl iletişim kurduğumuz, hareketlerimiz ve yüz ifadelerimiz, ne yediğimiz, niçin yediğimiz -tüm bu yetenekleri öylesine kendiliğindedir ki onların edinilmiş değil de doğal olduklarını düşünme eğilimindeyizdir. Elbette ki, insanlar aynı zamanda, içgüdüsel olduğu tartişılmaz ihtiyaçlara da (beslenme ve uyku gibi) sahip biyolojik yaratıklardır, ancak bu ihtiyaçları tatmin etme yöntemleri her zaman toplumsal olarak yaratılır. İnsanların gelişmek ve hayatta kalmak için yiyeceğe ihtiyaç duymaları biyolojik bir olgudur; diğer taraftan yiyecekler hep kültürel olarak belirlenmiş şekilde hazırlanarak yenir ve yeme alışkanlıkları da değişkenlik arz eder. Bana doğal gelen yemek pişirme, tatlandırma yöntemleri ve malzemelerinin karışımı size nahoş gelebilir; - antropologların çok ilgisini çeken bir konu- yiyecek tabuları neredeyse her yerde var ancak toplumdan topluma değişmektedir. Üst-kastlara mensup Hinduların hiç et yemedikleri saniliyor; dini kuralları gözeten Yahudi ve Müslümanlar domuz eti yemezler, birçok Avrupali at eti yemeyi reddeder vesaire. Aynca başımızda saç çıkması biyolojik bir olgudur ancak bu olguyla ilişki kurma biçimimiz sosyal ve kültürel yolla şekillenir. Saçımızı uzatıp uzatmadığımız, kesip kesmediğimiz, tıraş edip etmediğimiz, boyayıp boyamadığımız, bukle yapıp yapmadığımız, düzleştirip düzleştirmediğimiz, yıkayıp yıkamadığımız veya tarayıp taramadığımız toplumumuzda geçerli oldugu düşünülen toplumsal alışkanlıklara bağlıdır.
·
4 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.