Gönderi

Günümüz kültürü 2002 yılı itibariyle dünya konjonktüründe finansal genişleme üzerinden bir eko-politik inşa eden neoliberalizmin “nimetleri” Türkiye’ye de ulaştıktan sonra ülkede kredilendirmeye, tüketime, para bolluğuna dayalı bir zemin oluştu. Alt gelir grubu sosyal politikalarla desteklenirken orta sınıf genişledi, üst-orta sınıfa ciddi taşınmalar gerçekleşti, dindar-muhafazakar kesim merkezde yerini almaya başladı. Erken dönemlerde bu siyasallığı kalıcı hale getirmeye çalışan İslami kesim ciddi bir kenetlenme içine girerek hayattan, İslami düşünceden, siyasetten beklentilerini, kendi amaçlarını, dünyaya bakışını yavaş yavaş “korumacılığın” bünyesine aldı. Dolayısıyla siyaseti “araç” görmeyi bırakarak örneğin ancak 2012 yılında serbestleşen başörtüsü gibi kazanımları derinleştirmeye çaba harcadı. Dolayısıyla İslami dönüşümün ötesinde iktisadi, siyasi, kültürel bir muhafazakarlık siyasal alanı domine etti. Buna kültür kavgaları, dini-seküler-laik kesim arasındaki klasik tartışmalar, dış hadiseler eklenince ortaya küresel kültüre açık, neoliberal konformizme eklemlenmiş, siyasal alandaki tezlerini konjonktüre entegre etmiş geniş bir kesim çıktı. Milenyum itibariyle dijital kültürün yaygınlaşması, sosyal medya, farklı beslenme kaynakları, neoliberal siyasallığın ve postmodernizmin beslediği hakikatin çoğulluğu gibi hususlar insanların ihtiyaçlarını, beklentilerini artırdı. Özgürlük, otoritesizlik, bağlanmama, cari cemaat anlayışlarını aşan bireyselleşme, para ve kariyeri temel hedef kılma, dijital kanalların çokluğu nedeniyle her tür beslenme, aidiyet, iletişim ve ortaklıklar kurma ihtimallerinin çoğalması, farklılıklara saygı ve aile tanımlarının etkisiyle otorite reddi, üretim ekonomisinden ziyade hizmet sektörü ve kamuda yer alma nedeniyle sınırlı sektörlerde çalışmayı isteme, az iş çok para eksenli maaşlı burjuva talebi dönemin genel felsefesini belirledi. Yokluk, yoksunluk, eksiltili yaşam içindeki, acıyı isyan değil terbiye aracı gören önceki kuşakların aksine 2000’lerden sonra hedonizm, pragmatizm öne çıkarken takva arayışı, züht, çilecilik, pasifizm, ölüme hazırlanmaktan çok ondan kaçma, dünyayı imar edebilme, insanların kendi kaderini belirleyebildiği fikrinin iktidar devamlılığıyla artışı, nimeti verenin Yaradıcı olduğunun unutulması, insanların çalışıp çabalayıp metodunu geliştirdikten sonra her şeyi gerçekleştirebileceği kanaati, liberal politikaların kültürel ve iktisadi kazançları karşılığında eksiklerini, hatalarını görmeme tercihi güçlendi. Bilhassa dindar kesimlerde aktif bir sinizm yani hataları, kötülükleri gördüğü, bildiği halde onu yaşatmaya devam etme iştiyakı duyargaları zayıflattı, akabinde dini mensubiyete kadar indi. Olma’nın yerini sahip olma’nın alması, şüphenin, güvensizliğin, korumacılığın zirveye çıkışı, ilişkileri kariyer ve para düzleminde okuma, dostlukları bitirdiği gibi, dostluk kavramını da iyiden iyiye zayıflattı. Küresel kültürün sürekli değişken imgeleri, teknoloji yoğun kültürelliği fikirlerin, kaygıların yer tutma imkanını ortadan kaldırdı. Son yıllarda doğada meydana gelen afetler, tabiat düzeninin bozulması, varoluşun sıradanlaşması, sele, çığa, orman yangınlarına, küresel ısınmaya, salgınlara rağmen Allah’a yaklaşmaktan ve maddi olana ontolojik anlam yüklemekten vazgeçmeyip insanların gidişatı kendilerinin değiştirebileceği fikrinin peşine düşmesi anlamlandırma krizini doğurdu. Merkezde yer alan dindarlar eylemlerin amacını, manasını sorgulamaya bu da deizme yöneliş şeklinde yersiz bir yoruma ulaştı. Ercan Yildirim
·
10 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.