Gönderi

Günümüzde maalesef sanat...
Otoban boyunca yürüdü Deniz, yanından akan trafiğin tozunu, şehrin zehrine aşılanırmışçasına az az içine çekerken. Öldüğü verdi burası, yeniden doğmak için dönmüştü ama var olmak değildi artık amacı, zaten vardı, bu sefer amaç bir olmaktı. Kendi geçmişinin ölümünden doğan her ruh gibi artık biliyordu hayatın anlamını. Bir olmak... Ben olmadan Biz olunmuyor, Biz olunmadan Bir olunmuyordu. Ben olmak için acıyı anlamak gerekiyordu, geçmişte ölüp anlamda doğmak da bir yoldu. Daha fazla saklanmayacaktı. En iyi bildiği, en İyi yapabildiği şeyle kendini ortaya koyacak, dokunduğu her ruha farkındalık vermek için kullanacaktı en iyi yaptığı şeyi. Hapsedilmişti tüm anlam, tutsaktı. Yıkılan heykelleri, yakılan kitapları, yasaklanan filmleri, yok olan müzikleri düşündü Deniz... İçi acıdı, akıldan doğan bir anlamın yaratabileceği etkinin değerini bilen herkesin içi acırdı. Yaratılışa saldırıydı bu, Yaradan’a saldırı. Tekâmüle hizmet etmek için vardı sanat ama sahtekârların eline düşmüştü müzik, kalçalarını sallarken müşterilerine sundukları bir bardak içkiyle sahnelenir olmuştu. Hayatında hiç gerçek müzik dinlememiş çapsızlar tarafından pazarlanır olmuştu, bu yüzden solmuştu. Dinlediğinde bir şey anlatmıyor, hissettirmiyordu. En iyi ihtimalle, belki biraz can sıkıntısına iyi geliyordu artık, o kadar. Anlamı doğuran sesin matematiğiydi müzik ve anlamı unutturan, önemsizleştiren, düşünceyi uzaklaştıran bir gürültü gibiydi artık. Sanat neredeydi? Devrimi de, evrimi de besleyen tek şeydi sanat! Tüm ihtilaller sanatla başlamamış mıydı?! Halk köleliğine tarihteki en büyük darbeyi vuran Fransız Ihtilali’ni düşündü Deniz, herkes insanların hapishaneleri basıp yıkmasını hatırlardı ama birkaç kitap, birkaç müzik, birkaç heykel, birkaç resim ve anlamı forma sokan bu sanatların üzerine binlercesinin sohbeti değil miydi o hapishaneleri yıkan?! Hakkı korudukları için öldürülmek üzere olanları kurtaran... Konuşmalıydı insan! Sanat konuşmalı, sanat izlemeli, sanat okumalı, sanatı takip etmeli, sanatla beslenmeliydi. Kendine entelektüel diyenlerin anlamı zehirleyen, çatallanmış, sürüngen dillerinden kurtarılmalı, ilkokuldaki çocukların sansürsüz dillerine inmeliydi sanat. Üniversitelilerce korunmalı, annelerce beslenmeli, öğretmenlerce fark ettirilmeliydi... Hepsi olacaktı ama Önce sanat hapsedildiği yerden kurtarılmalıydı! Dinlendiğinde tüyleri havalandıran müzikler, izlendiğinde ayağa kaldıran filmler, okunduğunda fark ettiren kitaplar neredeydi?! Sanatın her formu sanki yağıyordu bu gezegenin atmosferine ve anlam onu arayan insanların aklına doğuyordu. Doğmak için sabırsızca, ihtiyaçla kendine zihin arıyordu anlam. Tertemiz, dönüştürücü ve korkusuzdu. Sadece sahip çıkılması gerekiyordu, korunması gerekiyordu, tohumdan yeni çıkan filiz gibi narin ama kök saldığında binlerce yıl yaşayacak bir ağaç gibi güçlüydü sanat. Anlamdı. Ama satılıyor, pazarlanıyor, paraya dönüştürülüp yağmalanıyor ve şekilcilikte kayboluyordu. “Bu satmaz!” cümlesiydi sanatın ve anlamın katili. Hakkını vererek tek iyi bir kitap okumamış ama 30 bin kitap okudum diye böbürlenen bir cahil, tırnaklarını geçirerek yapıştığı koltuktan karar veriyordu neyin satıp satmayacağına! Doğru düzgün nota bilmeyen müzik prodüktörü seçiyordu satacak müziği. “Bu satmaz!” değersiz, bilgisiz, anlama bir gün ev sahipliği yapmamış bir ağızdan çıkıp anlamı değersizleştirmek için yayılıveriyordu atmosfere. Satmayacaksa, doğduklarında öldürülen kız çocukları gibiydi sanat. Belki de binlerce dehaya annelik, yapacak kapasitedeki o kız çocukları...
·
28 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.