Yaşamak: ümitli iştir sevgilim
Yaşamak: seni sevmek gibi ciddi bir iştir...
Karşınızda Harp Okulu'nun taze mezunu Giovanni Drogo... Yeni başlayacağı subaylık mesleğinde büyük başarıların altına imzasını atacağının beklentisi içerisinde görev yerine doğru yol alır. İlk durağı sandığı Bastiani Kalesi'nin silüetini uzaklardan görünce bu heybetli yapıdan etkilenir. Ta ki her şey onu kalede karşılayan komutanı görene dek. Yazar 'dehşete kapıldığı' gibi bir ifade ile konuşturur romanın kahramanlarından birini. İlk kanısı yanlış yere geldiği yönündedir. Komutana da bu kalede fazla kalmaktan yana olmadığını mümkünse hemen ayrılmak istediğini belirtir. 4 ay kadar kısa bir süre bekleyecek, doktorla görüşüp raporunu alacak ve kalan hayatına meslek onuruna yakışır bir şekilde devam edecektir.
Bu noktadan sonra işler hiç de umduğu gibi gitmez. Doğrusunu söylemek gerekirse ne umduğunun kendisi de farkında mıdır bilemiyorum sevgili okur. Bastiani Kalesi ölü bir sınır ucudur ve yüzyıllardır rüzgarın aşındırdığının ötesinde zerre değişikliğe uğramamıştur. Adeta kuş uçmaz kervan geçmez bir yerdir. Ama kalenin bir cephesinden Tatar saldırısı gelebileceği gibi yılların dişiyle tırnağıyla azmederek getirdiği söylenti Drogo'nun da tüm benliğini yavaş yavaş ele geçirir. Yaşamak ümitli şeydir Drogo, peki ümit yaşantılı mıdır ne dersin? Her zaferin kendi kahramanını doğurduğu bilinir ancak bu defa kahraman kendi zaferini inşa etmek iştiyakiyle yanmaktatır. Nihayetinde genç subayımız Drogo da Tatar saldırısı beklentisiyle bir süre kendi yangınını dindirmek, derdine deva bulmak istemektedir. Herkes gibi o da kafasına, kalenin çok önemli olduğunu, ve bir şeylerin olacağını takmıştır.
Bir bekleyişin panoraması niteliğindeki Tatar Çölü'nün hikayesi böyle başlıyor işte. Drogo kendi anlam arayışını bu beklentide bulur diğer pek çoğu gibi. Bu kısır döngü zembereğinde zaman kurulur ha kurulur o ve onlar için. Sahi bu anlam arayışı olmasaydı sonra bu sukunetli bekleyiş, ne olurdu hâlimiz!?
ki beklemek...
en korkunç hâlidir yaşamanın...