Gönderi

·
Not rated
Kişinin her kitap okuyuşu aslında zihninde bir de yönetmeninin kendisi olduğu bir film çekişidir. Aytmatov'un bu kitabını okuduğunuzda uçsuz bucaksız Orta Asya bozkırlarında sarı ışıklı bir de film çekiyorsunuz. Velhasıl kelam; çok güzel bir kitap okudum, çok güzel bir film çektim. DİŞİ KURDUN RÜYALARI: "Geçmiş hayatı artık onun için hiç geri gelmeyecekti, bir rüya idi". Görüyoruz ki dişi kurt AKBAR'ın bir daha geri gelmeyecek rüyaları yani hikayesini okuyoruz. Bu benim Aytmatov ile 5. buluşmam. Ve 2. kitabından sonra emin olduğum bir şeyi tekrar dile getirmekten çekinmeyeceğim: sanki cebinden hep aynı köyün insanlarını çıkarıp romanlarına yerleştiriyor Aytmatov ancak bunu bir teknik kusur olarak değil bilakis bir kurgusal mükemmellikle yapıyor öyle ki tüm karakterleri birbirinin devamı gibi. Her kitap arasında hikayeleri ve kahramanları birbirine bağlayan görünmez ipler, köprüler var sanki. Elveda Gülsarı'daki Tanabay ne ise Dişi Kurdun Rüyaları'ndaki Boston da odur. Beyaz Gemi'deki Orozkul neyse Dişi Kurdun Rüyaları'ndaki Bazarbay odur. Ve birbirine benzer hayatları, düşünceleri, tezleri simgeleyen bu muhteşem kurgu; bir şekilde Isık-Göl veya Isık-Göl'ün türevlerine gelip dayanıyor. Kırgız, Kazak kültürünü bu kültüre ait masal, destan, alkış, kargış gibi ögeleri başarıyla karakterlerin üstüne bir elbise gibi geçiriyor Aytmatov. Birçok romanında olduğu gibi bu romanında iyi ve kötüyü bir köprüde karşı karşıya gelen keçiler gibi okuyucunun karşısına çıkarıyor, "Oysa insanlar düşünen yaratıklar olarak ortaya çıkışlarından beri kendilerini daha iyi tanımaya çalışmışlar ama bütün çabalarına rağmen şu soruya yanıt verememişlerdi: 'kötü hemen hemen her defasında niçin iyiden daha güçlü olarak ortaya çıkıyor?'" sözleriyle. Dilinin işlevselliğini çok iyi kullanıyor, kültürel unsurları başarıyla serpiştiriyor, içimizde iyi kalmış yanları yokluyor ve okuyucuya ulaştırmak istediği mesajı dolambaçlı, girift yollardan geçirmek yerine bu kadar doğallıkla vermesi emin olun hayranlık oluşturuyor. Geriye keyifle okumak kalıyor. Dişi Kurdun Rüyaları 3 bölümden oluşan bir roman. Hem birbirinden bağımsız hem de birbiri ile ilintili 3 bölüm. 1. Dişi kurt Akbar ve onun eşi Taşçaynar'ın başına gelen ilk felaketin yer aldığı bölüm. Aytmatov'un roman boyunca yer yer değindiği -ki bence romanının tezinin en önemli ayaklarından biri olan- "ekolojik eleştirinin" başladığı ve detaylandırıldığı bölüm de diyebiliriz. Dünyaya geldiklerinden beri yuvasına kör, yuvasına vahşi, yuvasına cani ve acımasız olan insanlar bu defa Akbar'ın karşısına çıktılar. Bir baltaya sap olmamış, işsiz güçsüz bir ayyaş topluluğu doğa için oldukça kötü bir işe kalkarlar. Bozkırda kendi halinde yaşayan saygaları (antilopları) ucuz et kazancı sağlamak üzere avlarlar, "avlamak" kelimesi oldukça iyi niyetli kaldı aslında, "katlettiler" daha yerinde bir ifade olacaktır. Keşif için uçsuz bucaksız bozkırlarda tüm gürültüleriyle doğayı ve doğadaki canları rahatsız eden dev canavarlarıyla yani helikopterleriyle kurtları tedirgin ederler. Onların yaşam alanlarına küstahça burunlarını sokarlar. Saygaları avlayarak hayatta kalan kurtları aç bırakırlar. Ekolojik dengenin halkalarından birini sadece para için koparıp o devasa mükemmellikteki zinciri yok ederler. Bedelini elbette ki canlılar, kurtlar, kuşlar öderler. Akbar ve Taşçaynar burada insanlığın karşısındaki doğa olarak simgeleşmişlerdir. Saygaları avlayanlar, saygalarla birlikte onları avlamak için oraya gelmiş kurtların kaçışlarını helikopterden izlerken keyif alırlar. İşte bu kadar acımasızlardır. Bu kadar körlerdir. Öte taraftan hem av, hem avlanan daha büyük bir ağın içine birlikte düşmüşler, insanlığın karşısında çaresiz kalmışlardır. Dişi kurt Akbar, insanlıkla ilk burada yüzleşir, insanlığı tüm yönleriyle burada tanır ve insanlığı kendine düşman olarak seçerken "aralarında iyilerin de bulunduğunun" ayırdına ilk burada varır. Evet o ayyaş sürüsünün içindeki insanlardan biri Abdias'tır. Abdias'ın hikayesi ise zaten romanın 2. bölümünü oluşturacaktır. 2. bölüme geçmeden önce değinilmesi gereken ögelerden biri de kadının Türk tarihindeki yeridir sanırım. Buna son bölümde Gülümhan ile tekrar değineceğim. Romanın adından da anlaşılacağı üzre olaylar bir dişi kurt üzerinden anlatılır. Ava gitmeye karar veren, doğru zamanı bekleyen, yuva kuran, yuvayı bozan, göçe karar veren kısacası her şeyi yoluna sokan dişi Kurt Akbar'dır. Taşçaynar, onun yanında işlerin yoluna girmesinde yardımcı bir kuvvettir. Peki gök gözlü, gök yeleli Akbar'ın yavrularına ne oldu? Akbar'ın hayatı ne oldu? Yurdu ne oldu? Evi ne oldu? Bunu keyifle okuyacağınız akışa bırakıyorum. 2. Bölümde ayyaş grubu arasındaki Abdias çıkıyor karşımıza. İçinde iyilik kalmış insanların temsilidir o. İnsanları kötülükten uzaklaştırmayı kendine amaç edinmiş, bu uğurda büyük bedeller ödemiş insanlığın temsilidir. Her şeyden önce bir aykırıdır. Geleneksel dini inanışı eleştirdiği için, yenilikçi fikirlere sahip olduğu için dinde reform yapmak istediği için papaz okulundan atılan bir aykırıdır. Abdias'ın düşünlerinin yer aldığı, hayatta kalma mücadelesinin bulunduğu bu bölüm ise Aytmatov'un bilinen üslubunun biraz dışındadır. Bu bölüm bir Rus klasiği havası oluşturmaktadır. Bu bölümde de iyi-kötü mücadelesi o kadar canlı bir şekilde verilmiş ki yazarın her iki tarafı da anlatırken bu kadar objektif olması oldukça başarılı. İyiyi de konuşturan kötüyü de konuşturan nasıl aynı insan olabilir diye sorgulama yapmak zorunda kalıyor okuyucu. İyi mi kazanacak, kötü mü kazanacak derken aslında hiç de yabancısı olmadığımız bir sonla bitiyor bu bölüm de. Kader inancı, Allah inancı, iman, şüphe kavramları geniş yer tutuyor bu bölümde. Abdias aynı zamanda Nasıralı ile eşleştirilmiş. Nasıra, İsa peygamberin doğduğu yer olduğu için İsa peygambere "Nasıralı" da denilmekteydi. İsa peygamberin, Pontius Pilatus isimli vali ile olan konuşmaları oldukça dikkat çekicidir. İsa peygamberin çarmıha çekilerek öldürülmesine bir atıf yapılmış ve Abdias'a da benzer bir son hazırlanarak bu bölüm sonlandırılmıştır. Nasıl ki Akbar ayyaş grubu arasında kendine bir iyi bulabildiyse Abdias da kötüye karşı olan mücadelesinde kendine Lenka'yı, Uzukbay'ı bulabilmişti. Bu insanlar da kötülüğün içindeki küçüçük iyilik noktaları olarak tanıtılmıştır. Bu bölümde aynı zamanda o güzelim bozkırların her kötülükten uzak, kendi halinde yaşayan masum bozkırlar olmadığı gerçeği ile yüzleşiyoruz. Dünyanın her yerinde olduğu gibi burada da insan evladının elinin değmesiyle masumluğunu kaybeden bir coğrafya ile karşılaşıyoruz. Abdias'ın : "Benim mabedim her zaman benimle olacak çünkü ben kendimin kilisesiyim başka bir kilise de tanımıyor, kabul etmiyorum." sözleri Hacı Bektaş Veli'nin "Kabem insandır." felsefesini, Hallacı Mansur'un "Enelhak" düşüncesini ve hurufilik inancına sahip sonu Hallacı Mansur ile aynı olan Seyyid Nesimi'yi anımsattı. Onlar düşünleri yüzünden cezalandırılmışlardı. Peki Abdias'ın sonu da böyle mi olacaktı? Abdias'ın bizim güzel dişi kurdumuz Akbar ile ilgisi neydi ve Akbar insanlığa bu kadar düşmanken Abdias'ı neden bilerek teğet geçmişti? Bunları da yine kitabı okuyacak olanlara bırakıyorum. Ancak bu bölümün zirve noktası olan şu satırları buraya bırakmadan geçemeyeceğim: "Akbar, saldırıya hazırlanan Taşçaynar'ı durdurdu, sonra ağaca sokularak yavaş yavaş inlemeye başladı. Çünkü ölmek üzere ve onu teselli edemeyecek durumda olan bu adamdan başka önünde gözyaşı dökebilecek kimse yoktu. Ama adam o sırada güçlükle nefes alarak gözlerini açabilmiş ve dişi kurdu görmüştü. Son bir gayretle mırıldandı: 'Geldin... Geldin...'" Bu bölümde sevgili güzel kurdumuz Akbar hayatındaki 2. felaket ile karşılaşır. Bu sefer çirkin insanlık, Akbar ve ailesine ciddi zararlar vermişdir. Akbar'ın böyle buynunu büken, onu böyle yersiz yurtsuz, evsiz bırakan, doğayı böylesine aşağılayan, onu yavruları arasında tercih yapmaya zorlayan ikinci felaket de neydi? İçiniz parçalanacak. Çünkü doğanın simgesi olan kurtlar buraya kadar acımasız insanlık karşısında tam sekiz kez bedel ödemek zorunda kalmışlardı. 3. Bölüm benim en tat aldığım bölüm oldu. Aytmatov'un diğer romanlarında olduğu gibi kimi karakterleri bağrıma basmak istedim kimi karakterleri bir kaşık suda boğmak istedim. Okurken "Lütfen iyi kazansın, lütfen iyi kazansın, lütfen aklıma gelen olmasın, lütfen hayır öyle olmasın" diye konuşmaya başladığım bölüm bu bölümdür. Aytmatov işte tam da o bildiğimiz Aytmatov olarak tam da burada karşımıza çıkıyor. Tipik Kırgız Beyleri ile tanışıyoruz. İyi-Kötü mücadelesi burada da merkezde yer alıyor. Ancak bu bölüm, Sosyalizm eleştirisinin bulunduğu eksen üzerine kurulmuştur. Elveda Gülsarı romanındaki Tanabay'ın başına gelenlerle benzer şeyler okuyacağız. Bazarbay'dan nefret edeceğiz, Boston'u, onun güzel karısını, güzel balasını kucaklayacağız. Boston Sosyalizm için çalışan bir halktır. Peki halk kimdir? Her şey herkesin de aynı zaman da her şey hiç kimsenin olmuyor muydu? Boston kim için çalışıyordu? Halk oysa neden sözü geçmiyordu? Halk oysa onu neden düşman bellemişlerdi? Boston da diğer tüm karakterler gibi kendine bir iyi bulabilmişti: Ernazar. Ah bu Ernazar'ın başına gelenler...Soluksuz okuyacaksınız. Bir de güzel Gülümhan... Gülümhan Dede Korkut'un Dede Korkut kitabında bahsettiği 4 kadın tipinden en ideali olan "Evin Dayanağı"nı akıllara getiriyor. (Dede Korkut'un anlattıklarına göre Türkler de kadınlar 4 türlüdür bunlar: Dolduran top, Solduran sop, Evin dayanağı, Ne söylesen bayağı. Gülümhan'ın eve gelen bir konuğu ağırlama şekli ve tüm olay akışındaki tavırları tam da Evin dayanağı gibidir. Tabi ki bu bilgileri, kadınları sınıflandırdığım için ya da sınıflandıranları desteklediğim için değil, metinlerarasılık tekniğine uygun olması açısından veriyorum. Yani kültürel bir unsur olduğu ve Aytmatov'un da bu unsurları ustalıkla kullandığı için...) Peki Akbar'ımızın Bazarbay'la, Boston'la ilgisi nedir? Akbar, insanlar karşısında yine çaresizdir. Bu kaçıncı acısı? Akbar'ın acısına burada 4 acı daha eklenir. O bir kurt olmanın dışında bir annedir, bir eştir, bir yoldaştır. Şöyle diyor Aytmatov: "Kurt; bunu anlatacak kelimelerden, konuşmadan yoksundu ama bu duygudan yoksun değildi." Biz insanlar maalesef bizim gibi konuşamayan varlıkları sırf bu yetileri yok diye aynı zamanda duygusu olmayan mahluklar olarak da düşünüyoruz. Ne kadar acımasızız. İnsanlar neden bu kadar kötü, neden bu kadar kötü olmak zorundayız? Peki iyi kalabilmeyi başaran insanları, doğru çalışan, doğru kazanan insanları neden kimse sevmez? Ah neler neler... Bu bölümde aynı zamanda destan motifleri de kullanılmış. Destanlarda bazı motifler vardır. Örneğin; ışık, rüya, mağara, ok, ağaç vs. Bazı kendiliğinden gerçekleşen davranışlar gelecekten haber veren unsurlar olarak değerlendirilir. Mesela kitapta şöyle bir ifade yer alıyor: "Bir çocuğa vermek için alınan şeyin bir yerde unutulmasını uğursuzluk sayarlardı." Hakikaten de Boston'un onu hayata bağlayan küçük oğlu Kence'ye aldığı oyuncağı unutması hangi büyük felaketi beraberinde getirdi? Akbar bu yolla insanlıktan öcünü nasıl aldı? Ama her ne olursa olsun dişi kurt Akbar yaşadığı onca acıya rağmen asla insanlar kadar gaddar olmamıştır. Hatta bir kurt nasıl olur da böyle davranır diye şaşkınlıkla okuyacağınız satırlar var. İçinizi ısıtacak, gözünüzü dolduracak... Sizi, kendinizi tutamayacağınız anlar bekliyor. Çok uzun olduğunun farkındayım. Ama üzerine bolca konuşmak isteyeceğim bir kitap oldu ne yapayım? Buraya kadar gelebilen tüm dostlara teşekkür ediyor, bu güzel Aytmatov romanını herkese tavsiye ediyorum. Esenliklerle... :)
Dişi Kurdun Rüyaları
Dişi Kurdun RüyalarıCengiz Aytmatov · Ötüken Neşriyat · 20236.9k okunma
·
165 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.