BİR HACININ YAKARIŞI...
Sadi Şirâzî anlatıyor:
Bir hacının Harem’deki yakarışını hatırladıkça vücudum titrer. Bu gönlü yaralı Müslüman, yüzünü Kâbe’ye çevirmiş şöyle niyaz ediyordu:
“Esirge beni ey Tanrım, zillet içinde bırakma beni!
İlahi beni bırakma, sen bırakırsan kimse tutamaz elimden. İster lütfunla çağır, ister kapından at, ben başka eşiğe baş koyamam.
Biliyorsun ki biz yoksuluz, zavallıyız. Nefs-i emmarenin zebûnuyuz. Bu azgın nefis öylesine koşuyor ki, dizgini sadece akılla zaptedilecek gibi değil. Kendi gücüyle nefsin ve şeytanın hakkından kim gelebilir? Karınca kaplanla dövüşemez ki!
Ey Allahım!
İlahlığın hakkına, eşsizlik ve benzersizlik sıfatların hürmetine, Mekke’deki hacıların lebbeyk’i hürmetine, Medine’de medfun Ulu Peygamber hürmetine, savaş erlerini kadın sayan kılıçlı mücahidlerin Tekbir’i hürmetine, temiz ihtiyarların ibadeti, taze gençlerin samimiyeti himmetine, bizi o bir nefeslik girdabın içinde, son nefesimizi verirken küfre düşmekten, böylesi utançtan bizi koru Yarabbi!
Rabbim! Beni hakaretle kapından kovma! Çünkü başka kapı aklımdan geçmez. Bilmezlikle birkaç gün kayboldumsa da geldim işte, şimdi kapıyı yüzüme örtme.
Günahkârlığımın utancıyla nasıl af dileyim?
Ey lütfu sınırsız Allah’ım!
Huzuruna yalnız aczimi getirdim. Yoksulum; cürmüme, günahıma bakma. Sen sınırsız zenginsin, zenginler yoksullara yardım eder. Yardımını, rahmetini, affını esirgeme üzerimden…”