...Diğer esir mü'minler «Allahü ekber» diye tekbir almışlar, kâfirlerin kalblerine korku salmışlardı. İkinci esiri getirdiler, o da aynı teklifle karşılaştı. O da cevabında: «Ben dinimi dünyaya, baki olan âhiret hayatımı, geçici dünya hayatına değişmem» dedi. «Arkadaşını öldürttüm, seni de öldürttürüm!» diyen krala, «Canıma minnet bilirim! Ölenler yalnız cellâdın öldürdükleri midir? Cellâdın öldürmedikleri ölmeyecek mi?>> dedi. «Seni cellât öldürmüyorsa, şimdi sen hiç ölmeyecek misin? Biz, Allaha inanmış insanlarız. Hz. Muhammed'e gönül vermişiz. Hz. Muhammed bizi ölüme çağırdı mı, ölümü hayata, yaşamaya tercih ederiz. Hz. Muhammed, bizi hastalığa çağırsa, sıhhate tercih ederiz. Nebimiz, bizi cehenenneme çağırsa, cennete tercih ederiz. Fakirliğe çağırsa, zenginliğe tercih ederiz. Onun çağırdığı yer samanlık olsa saraya; toprak olsa, altına; taş olsa yumuşak yatağa; zehir olsa şifaya tercih ederiz. Oysa ki onun daveti daima nûradır. Onun dâveti cennete ve cemali ilâhiyyeyedir. Onun dâveti insanlığadır, velevki bunların tersi olsa bile, ona öyle bağlanmışız ki, ikrarımızdan asla dönmeyiz» dediğinde kral «Cellât!» diye seslendi. Bu esir de müslümana yakışır bir hal ile cellâtla savaştı. Ah ne olurdu elleri arkasına bağlı olmasa idi!..
-Muzaffer Ozak Efendi / İrşâd 2. Cilt