Fakr, suret ve mana fakirliği diye ikiye ayrılır. Suret fakirliği mal mülk, servet sahibi olmamaktır. Tasavvufta aslolan mana fakirliğidir. Manevi fakirlik, dünyadan, topyekün mâsivadan hiçbir şeye gönülde yer vermeyerek, malik olunan şeyleri Hakk’ın rızasına sunmaktır. Manen fakir olan beşerî sıfatlardan sıyrılıp kendini bir şeye malik görmeyen kimsedir. Bunlar sayısız mal mülke sahip olsalar bile hiçbirine gönül bağlamazlar, yani sahip oldukları mala kul olmaz onu kendilerine kul yaparlar. Hiçbir aidiyyete malik olmayan mutasavvıflar da görülür. Üzerlerinde para bulunmaz; derviş torbası veya keşkül taşırlar. Bunlar daha çok taşrada gezerler; halkın o torbaya ne koyup koymadığına bakmazlar. Bunun sakıncaları da vardır. Zaten pek yaygınlaşmamıştır. Esas tavsiye edilen fakirlik sahip olunan şeye kalpte yer vermemektir. Büyük zatlar bir şeylere sahip olmuşlar fakat gönül hanelerinde onlara yer vermemişlerdir. Bazıları sahip olduklarının farkında bile olmamışlardır. Bazılarına göre fakir, “hatırına Hakk’tan başka bir şey gelmeyen”dir.
Belki de kendimizi başkalarıyla kıyaslamalıyız, ama sadece gönül fakirliği ve zenginliği açısından. Kendimize ve dünyamıza bu açıdan bakmak, kendimizle ve dünyamızla olan ilişkilerimizde farklılıklar yaratabiliyor.
Fakrın asıl anlamı, Allah’tan başkasına muhtaç olmamaktır. Peygamberimiz fakirliği övünç kaynağı olarak kabul ederken söylemek istediği sadece Allah’a muhtaç olmaktır. Bu bakımdan Hacı Bayram Velî’nin fakirlik anlayışında sadece Allah’a yönelmek ve O’nda fenâ bulmak fikri yatar. Yani her türlü olumsuz özelliklerden kurtularak Hakk’a ait güzel vasıflarla donanmaktır.