"Terapist olarak bir bebeğin ilk benlik duygusunun anne babasının bakışlarından geldiğini biliyordu. Bizler, gözler üstümüzde doğarız ve ebeveynlerimizin ifadeleri, onların göz aynasında gördüklerimiz kendimizi nasıl gördüğümüz belirler."
Bulvar İti
ne zaman sevmek desem bir tedirgin bulvar iti gecede
biraz müzik biraz içki ve çok çok resim
kim sarmalar bu bebeği
kimler taşır bu ölüyü belirsizliğe
nerelerde kalır gözüm/nerelerden döner sesim
bu ne biçiim hayvan ki bu/beslenir acılardan
tohum atar kuşaklara kan göllerinde
bu ne biçim oyun ki bu/gizlenir gölgesine
6 Ekim 1923'te Türklerin payitahtı ve bütün Doğu dünyasının göz bebeği İstanbul işgalden kurtuldu. Anadolu ordusu şan, şeref ve İstanbulluların tezahüratlarıyla şehre girmişti. Bazıları 1261'de İznik İmparatorluğu'ndan gelen General Paleologos'un Konstantiniyye'deki Haçlıları kovalayışını ve şehre girişini anımsar. Demek ki; mukayese edilmesi doğru olmasa da İstanbul iki kere asıl sahiplerinin Batı'dan gelenleri sürüp çıkarmasına şahit olmuştur.
Düşünsenize ne acayip değil mi? Göz sizin, beyin sizin, beyin sizin, gözbebeğindeki kaslar sizin... Ama ayna karşısında kol kaslarını şişirip böbürlenen insanların göz bebeğin bile daraltamayacak durumda olması aslında oldukça ironik bir durumu gözler önüne sermektedir. Ama biz gözler önünde olan bu gereği görmemekte çok ustayız.
Sevdiğin birini yitirince bir yanın onunla beraber kaybolur. Terk edilmiş hayaletli bir ev gibi buruk bir yalnızlığa esir olur, eksik kalırsın. İçinde bir sır gibi, giden sevgilinin yokluğunu taşırsın. Öyle bir yara ki üzerinden ne kadar zaman geçerse geçsin gene de canını yakar. Öyle bir yara ki iyileştiğinde
bile kanar. Bir daha gülemeyeceğini, asla hafifleyemeyeceğini sanırsın.
Karanlıkta el yordamıyla ilerler gibi akar hayat. Önünü göremeden, yönünü bilemeden, sadece şu anı kurtararak... Gönlünün kandili sönmüş, zifiri gecede kalmışsındır. Ama işte ancak böyle durumlarda, yani iki göz birden karanlıkta
kalınca, bir üçüncü göz açılır insanda. Kapanmayan bir göz... Ve ancak o zaman anlarsın ki bu elem sonsuza dek sürmeyecek.
Hazandan sonra başka mevsimler, bu çölden geçince nice vadiler gelecek; bu ayrılığın ardından da ebedi bir vuslat.
Yeni kaybettiğin kişiyi manevi gözle bakınca her yerde görmeye başlarsın. Denize düşen katrede, dolunayla hareketlenen med-cezirde, esen her esintide ona
rastlarsın. Kuma çizili remilde, güneşte parlayan kristal tanesinde, yeni doğmuş bebeğin tebessümünde, bileğinde atan nabzında onu seyredersin.
Her yerde, her
şeyde onu görürken nasıl derim ki Şems gitti..?
SEBEB EY
Ürpertir tabiat üfleyince rüzgârı derin gök soluğu
Ulu ses dokununca çarka
Düşer ölümün gölgesi eşyaya.
Başlar eşyada hareket kurtulmak için kendinden
Daha öteye geçmek için arınmak gibi elbiseden