Yirmi beş otuz sene evvel, daha mektep sıralarında iken, galiba bir Arapça veya Farisî gramerinin mukaddimesinde (1) şu mealde bir cümle okumuş olduğumu hatırlıyorum: «Bizim, Avrupanın fünununa (yani maddî ilimlerine ihtiyacımız var; fakat) Avrupa edebiyatlarının bizim için ancak beşinci, altıncı derecede bir ehemmiyeti olabilir.». Edebiyatla ilimler arasındaki münasebetleri görmeye mâni olan ve edebiyatın sırf bir oyuncaktan, lüzumsuz bir süsten ibaret oldugu vehmini, illusion’unu veren bu galâtı rüyet (2), bu gaflet, bu gramer hocasına münhasır değildir. Tanzimatcılar da ayni zihniyetle hareket ederek Avrupanın duygu ve tefekkür tarzlarına, Avrupanın edebiyatına ve manevi ilimlerine iltifat etmediler.