‘’Vahdettin Efendi bu gece saraydan ayrılmıştır.’’ 17 Kasım 1922
Kitapta yer alan bu cümle resmi bir telgraftan alıntılanmıştı, öncesinde İngiliz General Harrington’a yazdığı mektupta hayatının tehlikede olduğunu; bu nedenle İngiltere himayesine girmeyi talep ettiğini söyleyen son Osmanlı Sultanı tarafından. Milli mücadelenin bitimine kadar
Hafıza, insanın yaşanmışlıklarını sakladığı kişisel deposudur. Bu yaşanmışlıkları geri çağırdığımızda yani hatırlamaya çalıştığımızda bize kimi zaman oyun oynayabilirler. Bazı ayrıntıları daha iyi hatırlarız, bazıları soluktur, bazı detaylar kaybolmuştur, bazen yılı bazen mevsimi karıştırırız, bazen olmayanı, olmuş gibi hatırlayabiliriz. Bu da
Bu yıl ki en iyi okumalarımdan biri. Çok farklı yazılmış ve fazlasıyla ilgi çekici ilerleyen bir hikaye.
Britanyalıların Demir Çağ’daki yaşam formlarını deneyimsel arkeoloji metoduyla öğrenmek için bir araya gelen bir grup insan, Ingilizlerin atalarının eskiden yaşadıkları gibi yemeli, içmeli ve yaşamalıdırlar. Sylvie, anne-babası, bir profesör ve üç öğrencisiyle ilkel yaşamı en sade haliyle tecrübe etmeye çalışıyor. Sylvie’nin babası bu tarihsel dönemden çok etkilenmiş ve ilk elden bunu deneyimleme fırsatını kaçırmamış. Bu şekilde öğrencilerin eğitimi ve bir ailenin yaşam ideali gibi masum başlayan hikaye karanlık bir şeye dönüşüyor. Toplumun geçmişini her yönüyle tecrübe ermeye çalışırken, toplumun en temel birimi olan ailenin içinde barındırdığı karanlık ortaya çıkıyor. Ataerkillik ve gelenekselciliğin her zaman güvenilir olmadığı, bazen yıkıcı ve kırıcı olduğuna dikkat çekiyor yazar. Rausseau’nun ödev ahlakında açıkladığı gibi ‘Güç maddesel bir şeydir. Bundan nasıl bir ahlak çıkabilir, bilmem. Güce boyun eğmek, bir istem işi değil, bir zorunluluktur.’ Sylvie ve anne babası aralarında bağ en doğru bu cümleyle açıklanabilirdi.
Ayrıca öğrencilerden biri olan Moll karakteriyle empati, yardımlaşma ve dayanışma duygularını harekete geçiriyor.
Sarah Moss’un kaleminin gücüne hayran kaldım. Çoğu satırda yüreğim burkularak ve şaşkınlık içerisinde sonlandı kitap. İlk okuduğum kitabı ve tarzını çok beğendim.
İnsanoğlu bu dünyaya güce, otoriteye boyun eğmek için değil; özgürce yaşamak için gelir. İnsan olmak hayır demeyi bilmektir. Haksızlığa, yalana, düzmece övgülere, tütsülenmiş öğretilere, içi boş davalara hayır diyebilmeliyiz.
Bu kitabı okurken, orada okuduklarımın etkisinde öyle kalmışım ki: ne zaman bir hayvan görsem, içinden acaba şöyle şeyler mi geçiriyor diyorum: iki ayaklı, bizleri sömüren çıkarcı insan düşmanımızda mı buradaymış?
Bu kitapta her şeyiyle kabul ettiğim ve benimsediğim karakter Koca Reis oldu. Onun aklını kullanması, lider duruşuyla diğer
Siz gücünüze söz geçiremezseniz, gücünüzün size söz geçirmesine boyun eğmek zorundasınız. Kesinlikle çocuk kitabı olmadığını düşündüğüm bir kitap. .. Yetişkinlerin okuması daha önemli ve gerekli. Bunun sebebi kitabın çocuklara hitap edip etmemesi değil, tamamen ana temasının ‘insan’ olması. Evet, karakterler çocuk, en büyüğü belki 13-14 yaşında ama o çocukların bile ruhunda inişler çıkışlar olabileceğini, yenildikleri duygularının olabileceği aynı zamanda galip geldikleri düşüncelerinin de olabileceği gerçeği üzerinden, ‘insan’a büyük atıflar yapılmış. Kitapta ‘karanlık’ kelimesini okurken bile, yer yer insanın karanlık yönünü anlattığını hissettim. İnsan güce ne kadar boyun eğerse, ne kadar onun esiri olursa, hatta ne kadar taparsa ona, o kadar çaresiz aslında. Ben hiçbir kitapta insanın bu denli ‘aciz’ yaratıklar olduğunu görmedim daha önce. Anlatım çok sade. Hızla akıp gidiyor sayfalar.
En çok eğlendiğim kısım ise, İngilizlerin ne denli aptal insanlar olduklarının her defasında gözler önüne serilmesi:) Özellikle, çocukları kurtarmaya gelen subayın kendi kendine yaptığı şu konuşma: ‘Britanyalılar... Ben şey, Britanyalılar, ne olursa olsun halleder zannederdim...’ Mesele ne Britanya ne Amerika ne de başka bir şey... Mesele insan, insan. Ah, akılsız subay, insandır mesele...
Keyifli okumalar dilerim.
Sineklerin TanrısıWilliam Golding · Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları · 202079,4bin okunma
Güç maddesel bir şeydir. Bundan nasıl bir ahlak çıkabilir, bilmem. Güce boyun eğmek, bir istem işi değil, bir zorunluluk; olsa olsa bir sakıntı işidir. Ne bakımdan ödey olabilir bu?
"Öyleyse kabul edelim ki güç hak yaratmaz ve insan ancak haklı güce boyun eğmelidir.
Ve insan boyun eğmeye zorlanıyorsa boyun eğmek zorunda değil demektir."
Benim kötülüklerim kötülük yapmak için değildir. Sonuçsuz kalmış olan iyilikleri duyumsamamdandır.
*
Kalbimi bir meyve gibi tüm ağaçların dallarına asmak istiyorum.
*
... Hep kapalı bir kapı gibi olmaya çalışmışım, kimse korkunç içimi görmesin ve tanımasın diye... bir insan olmaya çalışmışım, kendi içimde yaşayan bir varlık olduğum halde...
Biz