Bu yazarla - Debbie Macomber - yeni tanıştım. Fakat henüz sadece bir kitabını okumama rağmen kendini ifade ediş tarzına ve samimiyetine, deyim yerindeyse ba-yıl-dım!
Normalde aşk romanları okuyan birisi değilimdir - hem de hiç - lakin Debbie Macomber benim için bu konuda bir ilk oldu, ön yargımı kırdım, biraz da olsa... Yazarın hayatını biraz araştırdığımda da kendisini sektöre kabul ettirene kadar da binbir zorlukla mücadele ettiğini öğrendim. Buna rağmen pozitif kalmayı ve hayata umutla bakmayı sürdürmüş bir karakter olduğunu gördüm. Genelde karamsar bir bakış açısına sahip olan benim içinse - dönüm noktası oldu bu.
Kitabın konusuna gelecek olursam da, kocası yeni ölmüş, genç bir dul kadın olan Jo Marie Rose'un, bir otel satın almasıyla başlıyor hikaye. Otelin adını, kocasından aldığı soyadının Rose (Gül) olması sebebiyle de Gül Limanı Oteli koyuyor ana karakterimiz. Biraz onun anısını da yaşatmak istercesine.
Otele adım atmasıyla beraber de yazarın çizdiği büyülü dünyaya adım atıyoruz. İlk başlarda Jo Marie, ölen kocasını rüyasında görüyor. Sonradan yaşadığı olaylarla ve kasaba insanlarının ona karşı sıcak tavırlarıyla beraber ne kadar doğru bir karar aldığını görüyor.
Sonrasında iki misafirin gelmesi ile de olay örgüsü şekilleniyor. İki misafirin de hayat hikayelerini, 3. Kişi ağzından dinleme fırsatı yakalıyoruz.
Özetle, kurgulanan hikaye "çok hoş, sıcak, samimi."
Aşk romanlarına karşı ön yargılı iseniz - benim gibi - , bu yazara bir şans vermenizi öneririm.
Boğazımın düğümlenmesi geçince, başımı kaldırıp ona
baktım, gözlerimiz buluştu. Sanki o canlıymış ve uzun
süren yokluğunun ardından kaybettiğimiz zamanı telafi
etmemiz gerekiyormuş gibi geldi bana.
Yatağının başındaki lambayı yakıp yanında getirdiği kitabı aİdı. Kendini güzel bir hikâyeye kaptırması bir süre
oyalanmasını, zihnini meşgul etmesini sağlayabilirdi.
Uykulu gözlerini ovuşturarak, onuncu kez yatağının
başucunda duran radyolu saate baktı. Altıyı geçiyordu ve hava hâlâ zifiri karanlıktı. Buna uyku diyemese de, üç saat kadar uyumuştu demek.