“Doktor çıktı karşısına. Usulden sordu sorusunu.
“Bir rahatsızlığın, hastalığın var mı?”
“Ne olacak ki hasta olsam doktor!” dedi “İyileştirip yine asacaksınız!”
“Usuldendir diye soruyorum!”
“Her şey usulden gidiyor zaten. Usul usul yapılıyor zulüm! Beni de usulen asıyorlar doktor. Ama ben de usulden cevap vereyim sana. Göre- vini yapmadın, diye, ceza vermesinler. Turp gibiyim! Hiçbir hastalığım, rahatsızlığım yok. Beni gönül rahatlığı ile asabilirsiniz!”
“Güldü sonra! Güldü...
“Benim öleceğimi sanıyorsunuz değil mi? Yanılıyorsunuz! Oysa ben yeniden doğruyorum. Hem de bir daha hiç ölmemek üzere!” dedi.”
“Yetti be hükmün, dünya! Yetti be hükmün, hayat! Genç yaşımızda kocattın bizi. Yirmi beş yılı yüz yıl gibi yaşadık! Bizim değil bu dünya! Benim değil! İnananlar için sahte cennetleri var! Bizim yerimiz belli. Bizim yerimiz...”
"Rabbim, Ulu Rabbim, çok cömert davranmış bizim memlekete. Ne istersen, ne ararsan var. Bereketlidir topraklarımız. 'Adam diksen, biter!' derler ya öylesi işte. Her ürünün her çeşidinden, her ürünün en lezzetlisi, en güzelinden! Sabahları üzümle kahvaltı yapmaya bayılırdım. Bir kaç dilim ekmek ve yanında bir salkım üzüm..."
Bu vatanı sevmek için toprağı sevmek gerek. Taşlarına, kayalarına, otlarına, akarsularına, gölüne, çölüne, yeline, yağmuruna sevda beslemek gerek. Bir kuru ekmek için emek ve alın teri ile mücadele etmek, şükretmek gerek.
Bizim oralarda söz bir kere verilir ağam! Dönmek mönmek, vazgeçmek ne kelime? Kimin haddine ağam? Üstelik namusla bir tutulur söz. Sözü namusudur er kişinin.
İlginçtir, 12 Eylül öncesinde, gül ülkücülerin, karanfil solcuların seçtiği çiçekti. Çiçeklerin bile siyasi tercihe tabii tutulması ne kadar ilginç değil mi?