Bulantı terim olarak sartre'ın varoluşçu felsefesinin temelini oluşturmakla beraber isim olarak da kitaba çok yakışmış. Kitabı okurken yazarın vurgulamak istediği o 'bulantı' vurgusunu dibine kadar yaşıyorsunuz. Çok ağır bir dili olmasının yanı sıra felsefi bir manifestoyu anlatmasından dolayı okuyucuyu yorabilir. Bazen tek bir paragrafı hatta tek bir cümleyi anlamak ve özümsemek için defalarca okursunuz. örneğin;
''Sözgelimi, ellerimde bir değişiklik var. pipomu ya da çatalımı tutuşum değişti. Belki de çatal elime yeni bir biçimde geliyor; bilmiyorum. Biraz önce odama girmek üzereyken olduğum yerde kaldım; avucumda, kişiliği varmışcasına dikkatimi çeken soğuk bir nesnenin varlığını duydum. Avcumu açıp baktım: kapının tokmağını tutuyordum. Bu sabah kitaplıkta, Autodidacte, günaydın demek için yanıma geldiğinde tanıyabilmem için yüzüne uzun uzun bakmam gerekti. Tanımadık bir yüzdü gördüğüm; bir yüz bile demek zor. Sonra elini, iri beyaz bir solucan gibi duydum avucumda. Hemen bıraktım, kolu külçe gibi düştü.''
..gibi çok derin, aşırı maddesel betimlemeler, okuyucuya gerçekten bulantı hissini geçirir. Kitabın inceliği sizi yanıltmasın bir oturuşta ya da iki üç gün içinde bitirebileceğiniz bir roman değildir. Tavsiyem başlamadan önce varoluşçuluk ve materyalizm hakkında az da olsa bilgi sahibi olmanızdır. Sonuç olarak edebiyat ve felsefenin nefis bir şekilde harmanlandığı müthiş bir roman, bir başyapıt!
''Plağı bir daha çal, Madelaine"