Uzun ilişkilerde, konuşmanın formu defalarca değişiyor. Başlangıçta insan manyakça bir heyecanla gece gündüz demeden, uykusuz kalmayı göze alarak, vıdı vıdı her şeyi konuşmak istiyor. Allah muhafaza, paylaşılmayan minicik bir teferruat kalırsa günaha girermiş, ateşlerde yanarmış gibi ruhani bir panikle hareket ediyor. Buna müzevir aşk diyelim.
Sonra yavaş yavaş konuşmaya lüzum kalmıyor. Leb demeden leblebinin anlaşıldığı, lebler aralanmadan ruhların kaynaştığı tatlı bir dem başlıyor. Bir bakıştan kapıyor, iki kirpik darbesinden içiyor kişi sevdiceğinin kalbinden geçeni. Buna da hissi kablelvuku aşkı diyelim.
Derken muhabbeti bir yandan demlerken bir yandan da rendeleyen vakit rüzgarı esiyor, ülfet çayırları hışırdıyor, kuvvetli bir bıkkınlık fırtınası kopuyor. Bu saatten sonra insanın canı artık ne konuşup dinlemek, ne bakışıp anlamak istiyor. Anlamak pek o kadar önemli olmuyor. Ama gene de bir biçimde anlaşılıyor. Çiftler birbiriyle konuşmayı unutuyor. Buna da müsaadenizle artık aşk demeyelim.