Şimdi size, sırf kapağı bana ‘Elektromanyetik Teori’ isimli bir dersi hatırlattığı (çok saçma bir şekilde) ve hoş çağrışımlar yapmadığı için elime almak istemediğim ama okumadan da duramadığım bir kitaptan bahsedeceğim. Sırf bu sebeple pdf olarak okuduğum ikinci kitap olur kendileri. Ama öyle pişmanım ki. Ellerimde olmasının verdiği tat bambaşka
Anlatı Ormanlarında Altı Gezinti, Eco’nun konferans metinlerinden oluşuyor. Eco'nun her denemesinde öne çıkan realite, bilgi ve önerilerle sarmalanarak okura yeni bakış açıları sunuyor.
“Nasıl iyi okur olunur?” konusunu böylesine irdeleyen, metinler üzerindeki çözümlemelerin ilginçliği üzerine düşündüren, bir metni açıklayıp göstergelendiren,
Kierkegaard'ın hangi eserini okuduysam (yanılmıyorsam bu on birinci kitabı oldu), onda Spinoza ve Nietzsche devamlılığı görüyorum. Bu eserinde de durum pek değişmedi.
Kaygı, ölüm ve din olgularını inanç, düşünce, doğru bilgi ve gerçek ilkeleriyle ele alarak insan-tanrı ilişkisini bir çok ezberden çıkararak gerçekçi şekilde ortaya koymuş.
Yine geldik bir Zweig eserinin sonuna daha. Beklentiler her zamanki gibi karşılandı. Yazar yine konuyu işleyiş ustalığını kullanmış, sıkmadan, yormadan okuttu kendini. Genel tarzından farklı olarak bu kitabında dini ögeler üzerinden ilerlemiş. Geçmişten gelen gerçek bir konuyu ele alıp bunun üzerinden kendince bir son yaratması bana Livaneli'yi
YA ŞAİR OLUR KENDİN YAZARSIN YA UMUT EDER 'O'NA BIRAKIRSIN YA DA BOŞVER...
Cemal Süreya’nın şu sözleriyle başlamak istiyorum; ‘1931 yılında doğdum, 1937 yılında annem öldü, 1944 yılında Dostoyevski’yi okudum ve o gün bugün huzurum yoktur ‘ diyor ve ekliyor ‘Kendimi şiirin içinde buldum.’ Kendisi için belki öyle değildir ama ben şairin varoluşuna bir anlam yükleyebildiğini düşünüyorum. Farkında olsa da olmasa da…