Kadının güvendiği dağ olacaksın azizim, babasının bıraktığı yerden tutup elini koruyacaksın; annesi gibi merhametli olup acılarına çelme takacaksın; kardeşi olup lokmanı böleceksin. Kısacası kadının vatanı olacaksın ki senden uzak her yer gurbet olsun…
Erik çiçek açmış da bahçenin kıyısında
Sen ona hiç bakmadan geçmişsen oracıktan
Leylek dansa durmuş da bacanın tepesinde
O baharlım laklakını durup dinlememişsen
Şakır şakır bir tren bir gece köprüsünden
Islıkla dalmamışsan gurbet türkülerine
Akasya mor akasya ak akasya sarı sarı sarkmış da bahar mavilerinden
Yaşamak ne güzel şey diye
Fırat başını alıp, bir gece gurbet yolunu tutuyor ve Dicle de, başka bir yoldan ileriye atılıyor. Mütemadiyen birbirlerinden ayrılarak, uzaklaşarak, aylarca, bin bela, bin zahmet, yabancı diyarlarda, kah yorgun, kah coşkun, buluşmak ümidiyle koşuyorlar, koşuyorlar. Fırat Sultan ezgin ve macalsiz, sürüklene sürüklene kum deryalarını aşmaya çalışıyor. Şehzade Dicle bir erkek kaplan şiddetiyle çölleri yararak ok gibi mesafeler aşıyor, kabarıyor, taşıyor. Nihayet tılsım yerine geliyor, bir gün, bu iki ezeli aşık buluşuyorlar, sedler yıkan çılgın bir sevinçle birbirlerinin ağuşuna atılıyorlar ve mehtaplı çöl gecelerinin durgun kucağında çiftleşiyorlar.