Eskiden tüm bilimler felsefenin kapsamı içinde yer almış ve bu durum XVII. yüzyıla kadar sürmüştür. Bu tarihten başlıyarak önce fizik, kimya, biyoloji gibi müsbet bilimler ve en son psikoloji ve sosyoloji felsefeden ayrılarak bilimsel kimliklerini kazanmışlardır. Bu ayrılmanın nedenlerini şöyle sıralayabiliriz: Öncelikle sayılan bu bilimler yavaş yavaş belirli bir inceleme alanına sahip olmuşlar ve sonra inceleme alanlarına uygun yöntem ve teknikler geliştirmişlerdir. İşte bu iki yönden belli bir gelişme düzeyine erişen her çalışma felsefenin sultasından çıkar ve bağımsızlaşır. Bağımsızlaşma arttıkça da her bilimin ilerleme imkânı çoğalır, bulguları daha güvenilir hale gelir, doğal ve sosyal çevrenin denetimini sağlayan bilgi üretme gücüne sahip olur. Oysa felsefede bu tür bilgi üretme gücü yoktur. Bu nedenle felsefe hakkında ileri geri çok şey söylenmiş, alay konusu olmuş ve hatta reddedilmek istenmiştir. Oysa felsefe insanın bilme, anlama ve gerçeği görme merakını gidermek için vardır.
Bilim ne tek başına aklın ne de gözlem ve deneyin bir sonucudur. Kant'ın da işaret ettiği gibi, bilgilerimizin içeriğini duyu verilerimiz, yani algılarımız oluştururken, biçimlerini de aklın verileri, kavramlar oluşturur. Böylece bilim aklın ve algı verilerinin uygun biçimlerde birleşmesinden meydana gelmektedir. Bu nedenle bilimi daha ayrıntılı bir biçimde şöyle tanımlıyabiliriz: "Bilim kontrollü gözlem ve gözlem sonuçlarına dayalı mantıksal düşünme yolundan giderek olguları izah gücü taşıyan hipotezler (açıklayıcı genellemeler) bulma ve bunları doğrulama metodudur"
Yeraltı Günlükleri Serisi'nin ilk kitabı olan Gregor ve Gri Kehanet, kardeşi Bot'un çamaşırhanedeki gizemli bir yere düşmesi üzerine Gregor'un da onun peşinden gidip yeraltında atıldığı maceraları anlatıyor. Çamaşırhanedeki gizemli geçitten düşen Gregor ve Bot bir anda kendilerine yeraltında buluyorlar ve olaylar oradaki yeraltı
Fakirliği öven Katolik dünya görüşünün aksine zenginlikle bir problemi
olmayan Protestanlık, mensupların'n dünya işleriyle meşgul olmasına ve ticaret yapmasına karşı çıkmamış; toplumun yararına sayarak en niteliksiz işe bile büyük önem vermisti. Sonuçta ortaya çıkan hamarat ve disiplinli, yani kapitalizmin geistına (ruh) uygun bir toplumdu.
Hediyeleşmenin herhangi bir ekonomik mantığının olmadığının en güzel kanıtı belki de sevgililerimize aldığımız pırlantalardır. Aşk gibi soyut bir şeyin sadece para gibi somut bir şeyle karşılanması mantıksız olurdu; bu aşkın sembolik bir jestle ifade edilmesi daha uygun. Burada ilginç olan açgözlü kapitalizmin bu sembolik dili reklamcıların yardımıyla manipüle ederek işlevi olmayan bir taşı yüksek fiyatlara insanlara satmayı başarmış olması. Üstüne üstlük yatırım olarak da bir değeri yok, çünkü aldığımız pırlantayı ertesi gün satmak isterseniz değerinin azımsanmayacak bir kısmını kaybettiğini göreceksiniz.
Kısacası önemli olan çok kitap okumak değil; kendi seviye, ilgili yeteneklerimize Uygun kitapları okuyup entelektüel gelişimimiz doğru yönlendirmek. Kimi okuyucu kolaylık yapıp kendisini zorlamayan"sabun köpüğü"kitaplarda takılı kalırken entelektüel gözükme endişesi olan diğerleri bağlamını bilmedikleri ve altından kalkamayacakları karmaşıklıktaki metinlerin altında eziliyorlar.