Yaprakların arasından gördüğün boynubükük aziz
Gibi bakıyorsun dünyaya, gözlerin temiz
Belki, ama gördüğün, pusların kapladığı deniz
Ve bitkinin çürüyen kıpırtısız dalları, sessiz.
İnleyen tanyeli dolandı durdu!
Zindanın hıçkıran duvarlarında,
Saatin atacağı artık son turdu,
Saniyeler bile girmişti dara...
Ey inleyen rüzgar! Bunlar hak mıdır?
Bu kadar işkence müstahak mıdır?
Nihayet o sabah kara gölgesi,
Vuruverdi demir parmaklıkların,
Ak duvarda kaydı siluetleri,
Çaprazında üç kalaslı ranzamın...
Anlamıştım dünyanın başka yerinde,
Lanetli bir kızıllık başladi güne...
Hücremizi süpürdük saat altıda,
Saat yedi oldu her şey süt liman,
İnfaz salonundaki koşuşturma da
Doldurmuştu zindanı, dolarken zaman...
Derken, soğuk nefesiyle girdi içeri,
O kana susamış ölüm meleği..
OĞLUM MEHMED'E
Gökyüzünü Takdim Ederim
Ve işte Mehmedim gökyüzü denilen nur
Uzanabilirsen uzan
Dokunabilirsen dokun
Ömrün boyunca başının üstünde sallanıp durur.
Ve bir gün
Yüz paralık bir cep aynası gibi
Kırılır gözbebeklerinde
Islak bir bulut parçası;
Birkaç kırmızı kiremit
Ve dut yaprakları içersinde.
SANA ACIMAYI ÖĞRETECEĞİM
Sana acımayı öğreteceğim
Ve sonra en güzel tahammür eden günahımızı
Sana tembelliği öğreteceğim.
Sana uzak memleketlerden bahsedenlerin
Dili tutulsun
Sana bir incir yaprağına bakmasını öğreteceğim
Kendi avuçlarının içinde seyahati
Ve gökyüzünün her yerde mavi olduğunu öğreteceğim.
KÖROLASI
Hey canına yandığımın dünyası
Hepimizin boynunda ölüm künyesi
Sevda bir yana çeker körolası
Şarap bir yana.
Ecel desen bre şahin aman
Baş ucumda dolanır
Ekmek parasına gelince
Sırat köprüsünden beter.
Kıldan ince kılıçtan keskin
Öyle bir musibet ki kardeşim
Ne sen sor,
Ne ben söyliyeyim.