"Telaşını taşıyorum yıllardır
Konuşurken birbirine vurduğun parmaklarının
Ve içine yüreğini koyup koyup
Ak güvercinler gibi ağzından uçurduğun
O büyülü, sıcak, doğru sözlerinin..."
GİTME!
Gecenin karanlık kucağına bırakma beni!
Taş duvar her yer,
Bütün şehir yalın ayak,
Kimsesiz güvercinler,
GİTME!
Kanatsız yaralı bir kuşum yokluğunda,
Nereye çarpsam yüzün,
Nereye dönsem sevda yüklü bu hüzün
GİTME!..
Sarı çocuklarını döker koynundan ağaçlar...
mevsimler küser, yıldızlar üşür...gitme...
Yalnız bir ardıç gölgesi olur yaralı kalbim
güneşler söner, gölgeler büyür..
zarif bir hüzün çöreklenir şehrin üstüne..
gitme, yüzümden sarkar külleri şehrin..
bir yangın yeri olur maraşta hüznüm..
TİCARET
Çocuk hastanesinin
karşısındaki oyuncakçı
gün geçtikçe artan
kazancı için
şükreder Tanrı'ya
Yem satan ihtiyarın
yıllar önce kanatlarına
taş attığını bilmeden
her sabah aynı meydanda
toplanır güvercinler
Ve kitapçı tezgahının
en önüne sıralanır
bir şairin
öldükten sonra
bütün kitapları...
Neden Türkçe öğrenmek istiyorsunuz?" diye soruyor Yunan kız bana, yüzünde şaşkınlık ve öfke bir arada. "Yunanların tarafını tutmalısınız. Türkçe öğrenmemelisiniz."
Beyazıt Camii'nin yanı başındaki ulu çınarın altına kurulu küçük sarı masalarla iskemleler geliyor gözümün önüne, güvercinler, ağır ilerleyen, bitimsiz sohbetlerde başlarını ciddi ciddi sallayan, sarıkları sakalları kadar ak ihtiyarlar, sigarasını benimkinden yakmak için iznimi isteyen, sonra gülümseyerek kahve fincanının yanında duran bir bardak suyu gösteren, o inanılmayacak kadar ihtiyar, yıpranmış Şam ipeği sarılığında, kurumuş erik ağacı yamukluğundaki dilenci; sırtı öyle kamburdu ki, suyu uzattığımda içmek için yere çökmüştü; sonra bardağı yerine koyup teşekkür anlamında buruşuk elini sallarken ansızın asasına dayanan bir kral oluvermişti. O elin sallanışında, minarelerin yükselişini, müezzinin haykırışını, Jardin de Taxim'de sevinç çığlıkları atan Yunanların yanında beyaz yelekleriyle sessizce oturan iki zarif Türk'ün kayıtsız gözlerini anımsatan bir şey vardı. Türkçe öğrenmek için çok neden var.
Ölüm, ince bir fısıltıyla geçiyor kulaklarımın ardından,
Ürperiyorum.
Şekilsiz bir fısıltı bu,
Kara ve ıslak kamçısıyla vuruyor etlerimize;
Üfleyip soğutuyor, üfleyip acıtıyor,
Kendi çelişkisinde sarıyor ruhlarımızı,
Kaderin karanlık kefenine…
Gidenler, gölgelerini elleriyle toplayıp,
Şenlikli bir hüzünle çekip gidenler.
Kıvrılıp kalıyorlar kalbimin en tenha yerinde
Şehir çığlıkla söylüyor, ölümün şarkısını..
Minarelerden yükseliyor dualarıyla güvercinler.
♡Bunları senin için yazıyorum... Bu bir davet, sevgi daveti. İsterdim ki kelimeler çiçek çiçek eşiğine yağsın; isterdim ki kelimeler yıldız yıldız aydınlatsın odanı. Sönen gözlerimin bütün aydınlığı kıvılcımlaşsın onlarda. Kelimeler buseleşsin ve güvercinler gibi, kuğular gibi, kırlangıçlar gibi uçsun sana...
♧Cemil Meriç