Rüknettin’in kalbi için kehanetler
ı rüknettin'in aynalarda ağladığı kadar var. bir mevsimin kıyısından tutarsan rüknettin kurak ovalara yağmurlar yağar ayak bileklerinden kavrarsan bir harfi kalbin şiir olup vadilerini sular. senin de vadilerin vardır rüknettin! kehanetler kurarsın, yağmalarsın kendini kurtarıp o yangında ilk önce kalbini niyedir, aynalarda azalır
Sayfa 102 - Kapı YayınlarıKitabı okudu
IKanuni devri şairlerinden, çok sevdiği kedisi vefat edince onun için bir mersiye kaleme almış. Çıkdun elden n'edelüm ansızun eyvâh pisi Yandun ölüm odına derd ile nâ–gâh pisi Hasretâ şîr-i ecel buldı sana râh pisi N'edelüm âh pisi n'eyleyelüm âh pisi II Kanı ol bebr bakışlu kanı ol şîr-i zaman Kanı ol virmeyen aslan ile
Reklam
I önce kol sonra sürgü sonra anahtar açılır kapı itilirim sırtımdan ben ebedi kiracı kesilmiş hükmüm önce sürgü sonra kol sonra anahtar kapanır kapı bir ömür boyu diri diri içmek için gövdemi dolanır bacaklarıma balçık gibi ağır bir karanlık çırpınsam küçücük pencerede çifte çapraz parmaklık üstünde yüzüme örtülür binlerce kare
On üç yolu karakuşa bakışın
I Yirmi karlı dağın arasında Kıpırdanan tek şey Gözüydü karakuşun.   II Üç aklım vardı benim, Bir ağaç gibi
XIII Dullar
Bu ıssız kanepeler üzerinde dul kadınlar, yoksul dul kadınlar gördünüz mü bazı bazı? Yasta olsunlar, olmasınlar, tanımak kolaydır onları. Ayrıca, yoksulun yasında bir eksiklik, onu daha da üzücü kılan bir uyum yokluğu vardır her zaman. Acısında cimri davranmak zorundadır. Zengin ise tam bir yas kılığına girer. En kederli ve en kederlendirici dul hangisidir, elinde düşünü paylaşamayacağı bir çocuk sürükleyen mi, yoksa tümden yalnız olan mı? Bilmem... Bir kez, uzun saatler boyunca, böyle dertli bir yaşlı kadını izlemiştim; yıpranmış, ufak bir şal altında kaskatı, dimdikti, tüm varlığında stoacı gururu taşıyordu. Tam bir yalnızlık yüzünden yaşlı bekâr alışkanlıklarına yargılıydı kuşkusuz, yaşayışının erkeksi özelliği bu ağırbaşlılığına gizemli bir çarpıcılık ekliyordu. Yemeğini hangi yoksul kahvede yedi, nasıl yedi, bilmiyorum. Ardından okuma odasına gittim; uzun zaman izledim onu, eskiden gözyaşlarıyla yanmış, canlı gözleriyle, özel bir ilgi uyandıracak haberler arıyordu gazetelerde. En sonunda, öğleden sonra, çok güzel bir güz göğü, yığın yığın özlem ve anı yağdıran bir gök altında, bir bahçede ıssız bir yere oturdu, kalabalıktan uzakta, ordu bandocularının Paris halkına sunduğu dinletilerden birini dinleyecekti. Belki de yıllardan beri, yılda üç yüz altmış beş gün, Tanrı’nın durmamacasına üzerine yığdığı o dostsuz, konuşmasız, sevinçsiz, sırdaşsız, o ağır günlerden birinin iyice hak edilmiş avuntusu buydu, bu suçsuz ihtiyarın (ya da bu arınmış ihtiyarın) bu küçük haz düşkünlüğüydü.
Yolculuk
I O zamanlar gökyüzü biçilmiş buğday kokardı Çiğnenmiş üzüm, mısır püskülü, bostan yaprağı Toprak kokardı insan emeğiyle yoğrulmuş. Rüzgâr serin sesli konuğuydu evlerin Bulutlardan ağaçlardan saçlardan süzülen Bir dirim duygusuyla doldururdu odaları Yağmur ikinci adıydı akşamların Günün yorgunluğu üzerine dökülen Bir düş inceliğinde
Sayfa 115 - 1985/86Kitabı okudu
Resim