Kitabı o kadar çok gördüm ki dedim ben de okuyum
Ve Tarık Tufan la tanışmam bu şekilde oldu
Kitapların kapak resimleri ilginizi çeker mi?
Benim çeker
Bir zamanlar TRT 1 de yayınlanan Yeşil Deniz dizisini hatırlattı bana. Bakalım Radyocu İsmail var mı dedim burada
Sahi ne güzel diziydi ya
Her neyse tabi bunun kitapla alakası yok
Her ne kadar böyle neşeli elime alsamda kitabı yüreğimi dağladı Tarık Abi
Kitabın konusuna gelecek olursam bir radyocunun kendiyle konuşması, bazen tartışması,
Yaşadığı dönemin muhafazakar kesimini,
Çocuk işçileri,taciz tecavüz ve şiddete uğrayanları anlatıyor.
Beğendim tavsiye ederim okuyun diyerek sözlerime nokta koyuyorum.
Merhabalar arkadaşlar :)
İlk incelememi benim için çok özel olan Leyla ile Mecnun ile yapmak istedim...
Leyla ile Mecnun bir zamanların en popüler en içten en sıcak dizisiydi. Severek izlediğim tekrar başlamasını çok istediğim bir diziydi. Şimdi tekrar yayınlanmaya başladı. Dizideki sıcak içten arkadaşlıklar sohbetler kitabı okurken gözümde canlandı. En az dizi kadar güzel bir eser olmuş kitap.Dizinin senaristi
Burak Aksak ' ın kaleminden severek okuyacağınız bir kitap. Dizideki gibi samimi içten ve sıcak başarılı bir eser ortaya koymuş.
KENDİ ÇÖLÜNDE KAYBOLANLARIN HİKAYESİ...
Keyifli okumalar dilerim
Leyla ile MecnunBurak Aksak · Küsurat Yayınları · 201815.6k okunma
Ben bir pasifistim. Anarşist değil, liberteryen pasifistim. Bu seçtiğim varoluş fikrimi siz değerli okur dostlarımla paylaştığım, paylaşabildiğim için de mutluyum. Stefan Zweig gibi düşünürüm bu konuda.
Stefan Zweig, Yahudi olmasına karşın, tıpkı Kafka gibi Siyonizm’in açık bir destekçisi olmamıştır. Her insan doğduğunda birtakım kimliklerle
Heidegger ölüm üzerine bir dizi çekseydi herhalde böyle bir şey olurdu.
Ölüm, kayıplar ve yasın anlamına dair çok güzel bir diziydi. Bugün finalini izledim. Eğer bilseydim finali izlemeden önce bir ambulans da çağırırdım. İnsanı yerden yere vurabilecek bir sonu vardı. Ki zaten konusu itibariyle baştan sona ağırdı.
Bazen bir kitabı okuduktan sonra günün birinde yeniden bazı sayfalarını açıp eski bir dostu görür gibi olmak istiyoruz. Bazen de bir diziyi bitirdikten sonra ara sıra açıp herhangi bir bölümünü öylesine yeniden izlemek, dizinin akıp geçmesini yeniden görmek. Six Feet Under benim için öyle oldu. Son bölümü izlemekle birlikte dizi bittikten hemen sonra özlemeye de başladım.
Uzun soluklu dizilerin bitişi bir boşluk bırakıyor ki bu da öyleydi. Dizideki birçok arkadaşla vedalaşır gibi olduk, taa ki bir gün bir yerlerde yeniden rastlaşana dek.
En sevdiğim karakter ise Nate’ti. Ne kadar ilginç değil mi, dünyanın bambaşka bir yerinde yaşayan bambaşka koşulları, bambaşka kültürü olan biriyle ortaklık kurabiliyoruz. Bu da hem senaristlerin hem de oyuncunun başarısı sanırım. Sanat böyle bir şey, uzakları yakın ediyor.
Uzun zamandır burada hiçbir şey yazmıyordum ama insanı böylesine duygulandıran bir şeyi de insan paylaşmak istiyor, insanın eli yazıya gidiyor.
İşte öyle. ☺️ #sixfeetunder
Yıllar önce okuduğum kitapları tekrar okumak bana çok iyi geliyor. Her ne kadar karşımıza bir ara televizyon dizisi olarak çıkmış olsa da
-ki, başarılı bir diziydi- satırlarda gezinmenin zevki bir başka. Bu kadar güzel eserlerimizin dünya çapında iş yapmaması ve ödül almaması çok üzücü. Tabi bu politik bir durum. Benim gözümde Aşk-ı Memnu'nun hiç bir ödüle ihtiyacı yok, zira Aşk-ı Memnu'nun kendisi zaten bir ödül.