Onları götürüp bıraktığım tezgahın üzerinde yığılmış halde gördükçe,
"günahlardan bir dag, israftan bir kule bu," diye düşünürdüm.
Bir seferinde dayanamayıp bir patates kızartmasını agzima atarken şef garsona yakalandım. Yüzündeki ifadenin kızmaktan da öte devasa bir acımaya benzediğini görünce bir daha asla böyle bir işe yeltenmedim. Yine de içimden o yazık etme suçluluğunu atamadım. Bizim evde öyle bir şey yapmaya kalksak, ba- bamız bu para kolay mı kazanılıyordan başlar, annemiz evin bereketi kaçacaktan konuyu Afrika'daki aç çocuklara getirir; babaannemiz de alır. Allah'ın tabağında pirinç bırakan çocuklara neler yaptığına bağlardı. Anlaşılan bu tarafa bakan Tanrı, tabaklarla da tabakların sahipleriyle de ilgilenmiyordu. Bir de tabaklarını bitirmeyen kadınlar çok güzeldi. Güzellikleri buradan geliyordu, demiyorum tabi. Nereden geldigini bilmiyordum. Güzel kadınlar benim için televizyonda, gazetelerde ya da masalarına yaklaşıp uzaktan parfüm kokularını duyabildiğim ama dokunmayı aklımın ucuna dahi getirmediğim mesafedelerdi. Meger gerçek yemek de aynı mesafedeymiş. Öncesinde katık yapmayı biliyormuşum. Karın doyurmayı Bir keresinde bir filmde adam, sabah kahvaltısı için iki yumurtayı koca bir dilim peynirle çırpıp pişirmiş, yanına pastırma kızarmış ve bir lokma ekmek olmadan yiyip bitirmişti. Biz evde üç çocuk., annem, babam ve babaannem, sabah kahvaltilarında ikişer yumurta yesek bir kümes tavuğun yumurtasına denk gelirdi. Marketten bir karton yumurta alsak, her gün otuz beş lira yumurta masrafı demekti. Ayda bin lira eder yahu.