Sadakat ve bağlayıcı olan birbirlerini koşullar ve bağlar. Bağlayıcılık, sadakati talep eder. Sadakat de bağlayıcılığı varsayar. Sadakat koşulsuzdur. Burada sadakatin metafiziği, hatta aşkınlığı vardır. Günlük hayatın artarak estetikleşmesi, bağlayıcı olanın tecrübesi olarak güzelin tecrübesini imkânsız kılmaktadır. Bu estetikleşme sadece objelerin yüzeysel beğenisini üretmektedir. Artan havailik sadece finans marketlerini etkilememektedir. Bu durum bütün bir topluma sirayet etmektedir. Hiçbir şey ne sürmekte ne de kalmaktadır. Radikal olumsallığın karşısında, bağlayıcı olana özlem duymak gündelik olanın ötesine uyanmaktır. Bu gün güzelin pürüzsüzleşerek beğeni, Like objelerine, keyfi ve rahatlatıcı şeylere dönüşmesi sonucunda güzelin krizi ile karşı karşıyayız. Güzeli kurtarmak bağlayıcı olanı kurtarmaktır.
Günümüzde sanat eserleri temel olarak pazarda ve borsa sokağında işlem görmektedir. Ne kült değerleri ne de sergi değerleri vardır. Sahip oldukları, onları sermayeye maruz bırakan saf spekülatif değerleridir. Bugün spekülatif değer en yüksek değer olarak görülmektedir. Borsa günümüzün kült mekânı, ibadethanesi haline gelmiştir. Toplam gelir, mutlak kurtuluşun yerine geçmiştir.
Reklam
Güzel istemedir, ilgidir, hatta zamanın geçmesini sağlayan conatustur (çabadır). İradenin geri çekildiği ve kendiliğin geri alındığı güzelin içine düşünce dolu bir şekilde batmak, zamanın adeta sakin, durağan kaldığı bir hâl yaratır. İstemenin ve ilginin yokluğu zamanı sakin bırakır, hatta zamanı sakinleştirir. Bu sakinlik estetik görüyü, salt hissi algıdan ayırır. Güzelin karşısında bakış kendisine gelir. Artık uzaklaşmaz, alıp götürmez. Bu kendine varış güzel için asli bir şeydir.
Faust'un yakarışı "Çok güzelsin, gitme kal." [Verweile doch, du bist so schön.) güzelin önemli bir yönünü ortaya çıkarmakta dır. Çünkü güzel, durup kalmaya [verweilen] davet etmektedir. Güzelin bu yönü, düşünsel durup kalmanın yolunda bulunan bir iradedir. Fakat güzele bakışta, irade etmek geri çekilir. Güzelin bu düşünmeye yönelik tarafı Schopenhauer'ın sanat telakkisinde merkezidir, şöyle der: "Güzeldeki estetik haz büyük ölçüde, saf tefekkür hâline girdiğimizde, bütün isteklerimizin ötesindeki bir ana yükseldiğimizde gelir, yani bütün arzular ve kaygılar kalktığında, adeta kendimizden kurtulduğumuzda meydana gelir. Güzel, beni kendimden ayırır. "Ben" güzelin içinde batar. Güzelin karşısında, kendi kendisinden kurtulur.
"Sanatın ilgisi, arzunun pratik ilgilerinden şu hususta farklılaşır; sanatın ilgisi nesnenin özgürce var olmasına izin verirken arzu, nesneyi kendi faydası için yıkıcı bir şekilde kullanır. Diğer taraftan sanatın [bir nesneyi] dikkate alması, bilimsel aklın teorik olarak dikka te almasından zıt bir şekilde farklılaşır çünkü sanatın bakışı nesnenin bireysel varoluşuna ilgi duyarak nesneye değer verir ve onu evrensel düşünceye ve kavrama dönüştürmeye çalışmaz."
Güzellik hastalıktır. Sağlığın taşkınlığı her zaman bizatihi hastalıktır aynı zamanda. Sağlığın panzehiri ne olduğunun farkında olan bir hastalıktır, hayatın kendisinin kısıtlanmasıdır. Güzel, böylesi can veren bir hastalıktır. Hayatı ve dolayısıyla onun çöküşünü mahkum eder. Fakat hastalık hayat uğruna inkar edilirse, öteki anından kör bir şekilde ayrılmış hipostazlaşmış hayat; yıkıcılığa ve kötüye, arsızlığa ve palavra saçan [bir şeye] dönüşür. Yıkıcı olandan nefret eden kişinin hayattan da nefret etmesi gerekir, sadece ölü olan, tahrif edilmemiş bir hayatta olmanın benzetmesidir. Sağlıklı, pürüzsüz olanı mutlak şeyler olarak kabul eden günümüzün kalokrasisi güzeli saf dışı etmektedir. Ve yine günümüzde histerik bir şekilde hayatta kalmanın yerini alan salt, sağlıklı hayat, ölüye, hortlak olan bir şeye dönüşmüştür. Bundan dolayı artık bu çağda, yaşamak için fazla ölüyüz ve ölmek için de fazla diriyiz.
Reklam
Kırılmışlığın negatifliği güzellik için yapıcıdır. Bu yüzden Adorno "hasım ve kırılmış tutarlılık"tan bahseder. Kırılmışlığın negatifliği olmadan güzel yozlaşarak pürüzsüze dönüşür. Adorno estetik şekli paradoksal formülde yazar. Tutarlılığı, "tutarsız olmasında" yatar. Güzel "mübayenet" ve "çelişki" den beri değildir, birliği kırıktır. Ötekisi tarafından sekteye uğrar. Kırılmışlık güzelin kalbidir.
Güzel görünüş kırılgan ve tehdit altındadır. Kendisinin ötekisi tarafından, çirkin tarafından "sürekli rahatsız edilir": "Güzelliğin kendisinden, kendisinin üzerinden ortaya çıkararak ve tapınak alanıymış gibi dışarıda tutarak çirkinliğe dayattığı indirgeme, çirkinin karşısında bir tür acziyete sahiptir." Güzel ve çirkin arasındaki ilişki çelişkili ve ikirciklidir. Güzel çirkini basitçe reddetmez.Onun itibarını lekelemez. Daha ziyade, biçimlendiren tin [Geist] donuk bir ışığa dönüşmemek için biçimsize, yani düşmanına ihtiyaç duyar. Biçimlendirici rasyonalite, kendisini biçimsiz ve çirkin olana bağlayan mimesise dayanır. Tin, "yenilgiye uğramanın mimetik özlemine" sahiptir ve bu da çirkinden başka bir şey değil dir. Güzel, felaket ile bunalım, çirkin ile hortlak, ötekinin zorla içeri girmesi ile aynının donup kalması arasında mukimdir. Adorno'nun doğal güzel fikri, tam olarak biçimin eğilmez özdeşliğine karşı durmaktadır. Özdeş olmayana şahitlik etmektedir: "Doğal güzel, evrensel özdeşlik büyüsünün altındaki şeylerdeki özdeş olmayanın izidir. Büyü kaldığı sürece, özdeş olmayanın pozitif varoluşu olmaz. Bundan dolayı doğal güzel, insanın içkinliğini aşacağını vadettiği (şey) kadar dağıtılmış ve belirsiz kalır.
Felaketin estetiği, öznenin zevk aldığı hazzın estetiğine karşı koymaktadır. Felaketin estetiği, hadiselerin estetiğidir. Felaket getiren şey, göze çarpmayan bir hadise, bir yağmur damlasının döndüre döndüre yükselttiği beyaz bir toz, şafak vakti sessiz bir kar yağışı, yaz sıcağında bir kaya kokusu, "Ben"i boşaltan, içselliğinden ve öznelliğinden eden, dolayısıyla mutlu kılan boşluğun hadisesi olabilir. Bu hadiseler güzeldir çünkü "Ben"e el koyar. Felaket, kendi kendisine yapışmış oto-erotik özne için ölüm anlamına gelir.
Yıldızlı gökyüzüne karşı bir figür olarak boş gökyüzü, Blanchot için çocukluğundan önemli sahneleri temsil etmektedir. Gökyüzü Blanchot'ya tamamıyla ötekinin, içselleştirilemeyen dışarısının atopyasını [mekânsızlığını açmaktadır. Bunun güzelliği ve yüceliği çocuğu "yıkıcı haz" ile doldurmaktadır: "Gökyüzünün ani ve mutlak boşluğu [...] çocuğu bir anda gözyaşlarıyla doldurabilecek bir hoşnutluk ve haz ile şaşırtmaktadır." Çocuk boş gökyüzünün sonsuzluğu ile mest olmuştur. İçselliğin den koparılmasıyla atopik bir dışarısında çocuğun bağları çözülür ve boşaltılır. Felaket, mutluluğun/talihin bir formülü olduğunu kanıtlamaktadır.
Reklam
Güzel olan; kendi örtüsündeki, örtülmesindeki ve gizlenmesindeki nesnedir. Güzel nesne sadece örtüsünün altında kendisi olarak kalabilir. Örtülmekle "sonsuz derecede göze çarpmayan" hâle gelir. Güzel olmaklık esas itibariyle örtülü olmaklıktır. Bundan dolayı Benjamin sanat eleştirisinden örtülmenin hermönetiğini talep etmektedir: "Sanat eleştirisi örtüyü kaldırmak değildir fakat daha ziyade, örtü olarak onun en kesin bilgisiyle güzelin gerçek görüsüne evvela yükseltmektir. Kendisini sözüm ona empatiye hiçbir zaman açmayan ve sadece kusurlu bir şekilde naif olanın saf bir gözlemine kendisini açan görüye; sır olarak güzelin görüsüne yükseltir. Gerçek bir sanat eseri, kendisini kaçınılmaz şekilde bir sır olarak temsil etmesinden başka bir şey olarak hiçbir zaman kavranamaz. Son kertede, örtünün asli bir unsur olduğu bu nesne başka türlü tanımlanamaz. "Güzellik kendisini ne dolayımsız empati ne de naif gözlem ile paylaşmaktadır. Her iki yaklaşım, örtüyü kaldırmayı veya örtü aracılığıyla bakmayı dener. Sır olarak güzelin görüsüne ancak bizatihi örtünün bilgisiyle erişilebilir. Kişinin örtülü olanı bilebilmesi için her şeyden önce örtüye yönelmesi gerekir. Örtü, örtülü nesneden daha aslidir.
Tanrısal olan elbisedir. Örtme güzellik için aslidir. Bundan dolayı güzel elbisesini veya örtüsünü çıkaramaz. Örtüsünün açılamaması güzelin özündendir.
"Tıpkı müzikteki gibi doğada güzel olan da yakalamaya çalıştığın anda kaybolur. Doğanın güzeli sanatın güzelinin zıddı değildir. Daha ziyade sanat "kendisinde doğanın güzelini", "doğanın konuşulamaz dilini" taklit eder. Sanat bunu saklar. Sanatın güzeli "içinde sadece doğanın konuştuğu sessizliğin ardıl imgesi/taklididir [Nachbild]. "
"Güzelin karşısında acı, ki doğanın tecrübesinde en canlı yerdir, güzelin vadettiği şeye olan hasret kadardır."
Edmund Burke, güzeli herhangi bir negatiflikten muaf tutmuştur. Tamamıyla "pozitif haz" vermek zorundadır. Diğer taraftan yüce, bir negatiflik taşır. Güzel olan küçük ve narindir, açık ve zariftir. Güzeli, pürüzsüz olmak ve düzlük tanımlar. Yüce; büyük, iri, sert ve kabadır. Acıya ve dehşete meydan verir. Fakat zihni hararetle hareket ettirdiğinden sağlıklıdır fakat güzel ise onu gevşek bırakır. Burke yücenin karşısında acının ve dehşetin negatifliğini pozitifliğe dönüştürür. Temizleyici ve uyarıcı bir biçimde etki eder. Böylece yüce, tamamıyla öznenin hizmetine girer. Dolayısıyla da ötekiliğini ve yabancılığını yitirir. Özne tarafından tamamıyla zapt edilir: "Tüm bu durumlarda acı ve dehşet doğrudan zarar vermeyecek şekilde ölçülü olduğunda, acı gerçek şiddete ulaşamazsa ve dehşet kişinin dolayımsız yok oluşunu göz önünde bulundurmazsa; bu duygulanmalar ince veya kaba-tehlikeli ve zahmetli bir yükün parçalarını temizlediği gibi, haz değil ama memnuniyet üretmeye yetkindirler; bir çeşit memnun edici korkuyu, dehşetle renklendirilmiş bir tür rahatlığı üretebilirler."
Resim