Bilimdeyse
insan bilgisi, sonu olmayan bir merdivenin basamaklarını tırmanır
ve atılan her adımla dünya hakkındaki bilgiler yerlerini yenilerine
bırakır. Demek ki bu, nesnel ayrıntılann bilgisine dayanarak
birbiri üstüne, mantıken inşa edilen kavrayışların basamak basamak
yükselen yoludur. Buna karşın sanatsal kavrayış ve keşif, her seferinde
dünyanın yeni ve benzersiz bir görüntüsü, mutlak gerçeğin bir
'hiyeroglifi' olarak ortaya çıkar, kendini bir vahiy olarak sunar. Sanat,
sanatçının bütün dünya yasalarını sezgisel olarak yakalama arzusu
şeklinde ortaya çıkar: güzellik ve çirkinlik, insancıllık ve acımasızlık,
sonsuzluk ve sınırlılık. Bütün bunları sanatçı, 'mutlak'ı yakalayan
görüntüyü yaratma aşamasında kendine özgü bir tavırla yeniden
şekillendirir. Tinin maddeyle, sonsuzun sonla sınırlandırılmasıyla
ifade edilen sonsuzluk duygusu , bu görüntünün yardımıyla yakalanabilir.
Sanat, olgucu-faydacı bir pratiğin bizden gizlediği, mutlak
tinsel gerçekle iç içe geçmiş bu dünyanın bir simgesidir görüşünü
bile ileri sürebiliriz.