Bilmem hangi âlemden bu toprağa düşeli;
Yataklara serildim, cam kırığı döşeli...
Kafam bir cenk meydanı, kokusu kan ve barut,
Elindeyse düşünme, gücün yeterse unut! Takılıyor yerdeki gölgelere ayağım;
Sanki arz delinecek ve ben yutulacağım.
Bana yanmak düşüyor, yangın görsem resimde;
Yaşıyorum zamanın koptuğu bir kesimde.
Alırken dilenciyim, verirken de borçluyum;
Kalmadı eşya ile aramda hiçbir uyum.
Taş taş üstüne koysam, bozuk diyorlar, devir!
Bir ok çeksem, diyorlar; peşinden koş ve çevir! Nefes alırken bile inkisar ve pişmanlık;
Kimse edemez bana, benim kadar düşmanlık.
İşte şüpheci aklı çatlatan korkunç nokta:
O ki sonsuz var, nasıl aranır dipsiz yok'ta?
Olur ve olmaz her şey, yokluk da O'nun kulu;
Bu noktaya vardın mı, el tutuk, dil burkulu. Allahı hakikate soran kafa ne sakat?
Hakikat de ne; Hakkın muradıdır hakikat.
Balonunu kaçırmış, çocuk gibi ağla dur!
Rabbim böyle emretmiş, ya dize gel, ya kudur! Hayat bir zar içinde, hayatı örten bir zar;
Bana da hayat yeri "Bağlum" köyünde mezar...
(1982)
Bilmem hangi alemden bu toprağa düşeli;
Yataklara serildim, cam kırığı döşeli...
Kafam bir cenk meydanı, kokusu kan ve barut;
Elindeyse düşünme, gücün yeterse unut!
Takılıyor yerdeki gölgelere ayağım;
Sanki arz delinecek ve ben yutulacağım.
Bana yanmak düşüyor, yangın görsem resimde;
Yaşıyorum zamanın koptuğu bir kesimde.
Alırken dilenciyim, verirken de borçluyum;
Kalmadı eşya ile aramda hiç bir uyum.
Taş taş üstüne koysam, bozuk diyorlar, devir!
Bir ok çeksem, diyorlar; peşinden koş ve çevir!
Nefes alırken bile inkisar ve pişmanlık;
Kimse edemez bana benim kadar düşmanlık.
İşte şüpheci aklı çatlatan korkunç nokta:
O ki sonsuz var, nasıl aranır dipsiz yok'ta?
Olur olmaz her şey, yokluk da O'nun kulu;
Bu noktaya vardın mı, el tutuk, dil burkulu.
Allah'ı hakikate soran kafa ne sakat?
Hakikat de ne; Hakk'ın muradıdır hakikat,
Balonunu kaçırmış çocuk gibi ağla dur!
Rabbim böyle emretmiş, ya dize gel, ya kudur!
Hayat bir zar içinde, hayatı örten bir zar;
Bana da hayat yeri "Bağlum" köyünde mezar...
Benim çocukluğum, memleketim olan Akseki'de, ilk gençliğim de Antalya'da, Akdeniz kıyılarında geçti.
Tabiatı, manzaraları çok seven bir insanım. Antalya'nın o harikulade güzelliği, o sahiller insanı öylesine mest eder ve fetheder ki düşünceye bile yer bırakmaz. Sade duyar ve yaşarsınız. Fakat ben, bu sahillerden Akdeniz ufuklarına sadece bir tabiat çocuğu olarak bakmazdım. İçinde bulunduğum zaman ve mekanın üstüne çıkarak, bu ufuklarda, bu denizlerde eski Türk donanmalarını, Barbaros ve Hızır Reisleri hayal eder dururdum. Böyle zamanlarda gözümde ve gönlümde Akdeniz, bir savaş meydanı haline gelir, düşman kadırgalarının, kalyonlarının firar ettiklerini görür gibi olurdum. Sonradan tarih şuurum geliştikçe bu hayal adeta hakikat haline gelir, beni heyecandan heyecana sürüklerdi.
O zamanlar, bizim Akdeniz ve Antalya sahilleri, yeni gelişen ve Roma İmparatorluğunu ihya etmek sevdasına kapılan Mussolini İtalyasının tehdidi altında idi. Karagömleklilerin bu kara sevdalı lideri, (Duçe)si, Allahın her günü "Akdeniz bizim" diye tehditler savurur dururdu. (1934, 935, 936) yıllarında...
Sayfa 263 - Türk Edebiyatı Vakfı Yayınları, 6. Baskı 2013 İstanbulKitabı okudu
ONDÖRDÜNCÜ NOTA:
Tevhide dair dört küçük remizdir.
Birinci Remiz:
Ey esbabperest insan!
Acaba garib cevherlerden yapılmış bir acib kasrı görsen ki, yapılıyor.
Onun binasında sarfedilen cevherlerin bir kısmı yalnız Çin'de bulunuyor.
Diğer kısmı Endülüs'te, bir kısmı Yemen'de, bir kısmı Sibirya'dan başka yerde
Bilmem hangi alemden bu toprağa düşeli;
Yataklara serildim, cam kırığı döşeli…
Kafam bir cenk meydanı, kokusu kan ve barut,
Elindeyse düşünme, gücün yeterse unut!
Takılıyor yerdeki gölgelere ayağım;
Sanki arz delinecek ve ben yutulacağım.
Bana yanmak düşüyor, yangın görsem resimde;
Yaşıyorum zamanın koptuğu bir kesimde.
Alırken dilenciyim, verirken de borçluyum;
Kalmadı eşya ile aramda hiçbir uyum.
Taş taş üstüne koysam, bozuk diyorlar, devir!
Bir ok çeksem, diyorlar; peşinden koş ve çevir!
Nefes alırken bile inkisar ve pişmanlık;
Kimse edemez bana, benim kadar düşmanlık.
İşte şüpheci aklı çatlatan korkunç nokta:
O ki sonsuz var, nasıl aranır dipsiz yok’ta?
Olur ve olmaz her şey, yokluk da O’nun kulu;
Bu noktaya vardım mı, el tutuk, dil burkuldu.
Allah’ı hakikate soran kafa ne sakat?
Hakikat de ne; Hakkın muradıdır hakikat.
Balonunu kaçırmış, çocuk gibi ağla dur!
Rabbim böyle emretmiş, ya dize gel, ya kudur!
Hayat bir zar içinde, hayatı örten bir zar;
Bana da hayat yeri ‘Bağlum” köyünde mezar…
Alaaddin ve sihirli lambası hemen herkesin bildiği bir masaldır.Bu masalın işaret ettiği bir hakikat var:İnsanın istekleri sonsuzdur!Bu nedenle, insan isteklerini tatmin için sürekli bir sihirli lamba arar.İsteklere sahip olanlar daima bir lamba ararlar ve bulurlar.Hiç şüphesiz burada dikkat edilmesi gereken bir nokta var: Her sihirli lambadan cin çıkmaz!Ancak sömürgeci kapitalizmin buradaki çözümü de dahiyanedir:Kişiye sihirli lambadan her an cin çıkabilir hissini kazandırmak:”Sihirli lambanı bul ve bekle; her an cin çıkabilir!(Size de çıkabilir!)Çağdaş yaşam her yanın sihirli lambayla doldurulduğu ve başında onları ovuşturan insanların bulunduğu bir gürültü meydanı…
Evet dünya memleketini ve misafirhanesine gelen her bir misafir gözünü açıp baktıkça görür ki o kerem sahibi bir zata yakışacak surette gayet cömertçe bir ziyafet sofrası gayet sanatkarca bir sergi gayet haşmetli bir ordugah ve talim meydanı gayet hayret verici şevk uyandıran bir şehir ve temaşa sahnesi ve gayet manidar, hikmetli bir mütala