Hakikat yalnız kalmaz
“Peygamberimizin amcası Ebu Talip ona risaletinden vazgeçmeyi tavsiye ettiği zaman Hz. Peygamber: “ Amca , yalnız kalacağımı düşünme! Hakikat yalnız kalmaz. Bir gün gelir Araplar da Arap olmayanlar da onu kabul ederler, onun etrafında birleşirler.” demiştir. “
Freud
_Söz ile Sihir eskiden aynı şeydi; sözlerin sihirli güçleri vardır. _Sevgi ve sinir doğru orantılıdır. _Aşk yoktur; libido vardır. Aşık insan deIidir. _Dünün mutsuz çocukları, bugünün psikopatlarıdır. _Hiçbir önerme, kendi kendisinin kanıtı olamaz. _Sanat, çocukluk tecrübelerinin büyüklüğe
Reklam
Herkes şeker ve haysiyetli, herkes düzgün olsa... O zaman hakikat anları kalmaz. Kimse ininden çıkıp gerçekte nasıl olduğunu, çirkin ve pis olduğunu göstermek zorunda kalmaz. Erkekleri nasıl tanıyabilirsin ki sonra?
Günün makalesi
DİN VE AKIL İLİŞKİSİ İnsanlık düşünce tarihinde doğru bilgiye ulaşma vasıtalarının neler olabileceği hep tartışma konusu olagelmiştir. Felsefenin de en önemli konularından birisi budur.Bu hususta temel bazı ekoller oluşmuştur. Doğru bilgiye ulaşmak mümkün müdür, mümkün değil midir? Yani insan sahip olduğu maddi ve manevi cihazları ile mutlak
136 syf.
9/10 puan verdi
·
Beğendi
Arayışlar Silsilesi
İnsanoğlu düşündü ve hazırlandı. Nihayetinde doğduğu anda evrene karşı ant içti: “Arayacağım, arayışta olacağım. Her şeyi arayacağım; mutluluğu arayacağım, huzuru arayacağım…” Fakat arayacağını düşünmediği bir şey vardı. Bir an bile kendini arayacağını düşünmemişti. Büyük talihsizlik. Nitekim bu düşünmeyiş kendini İnsanın Acayip Kısa Tarihi
İnsanın Acayip Kısa Tarihi
İnsanın Acayip Kısa TarihiGüray Süngü · Dedalus Kitap · 20161,744 okunma
Kur'an-ı Mu'cizü'l-Beyan'ın en yüksek derece-i i'cazına bakmak istersen, şu temsil dürbünüyle bak. Şöyle ki: Gayet büyük ve garib ve gayetle yayılmış acib bir ağaç farzedelim ki, o ağaç geniş bir perde-i gayb altında bir tabaka-i mesturiyet içinde saklanmıştır. Malûmdur ki, bir ağacın insanın a'zâları gibi onun dalları, meyveleri, yaprakları, çiçekleri gibi bütün uzuvları arasında bir münasebet, bir tenasüb, bir muvazenet lâzımdır. Herbir cüz'ü, o ağacın mahiyetine göre bir şekil alır, bir suret verilir. İşte hiç görülmeyen -ve hâlâ görünmüyor- o ağaca dair biri çıksa, perde üstünde onun herbir a'zâsına mukabil bir resim çekse, bir hudud çizse; daldan meyveye, meyveden yaprağa bir tenasüble bir suret tersim etse ve birbirinden nihayet uzak mebde ve müntehasının ortasında uzuvlarının aynı şekil ve suretini gösterecek muvafık tersimat ile doldursa; elbette şübhe kalmaz ki, o ressam bütün o gaybî ağacı gayb-aşina nazarıyla görür, ihata eder, sonra tasvir eder. Aynen onun gibi, Kur'an-ı Mu'cizü'l-Beyan dahi hakikat-i mümkinata dair -ki o hakikat, dünyanın ibtidasından tut, tâ âhiretin en nihayetine kadar uzanmış ve arştan ferşe, zerreden şemse kadar yayılmış olan şecere-i hilkatin hakikatına dair- beyanat-ı Kur'aniye o kadar tenasübü muhafaza etmiş ve herbir uzva ve meyveye lâyık bir suret vermiştir ki; bütün muhakkikler nihayet-i tahkikinde Kur'anın tasvirine "Mâşâallah, Bârekellah" deyip, "Tılsım-ı kâinatı ve muamma-yı hilkati keşf ve fetheden yalnız sensin ey Kur'an-ı Kerim!" demişler.
Reklam
180 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.