Halid

Halid
@halidd
Marmara
İstanbul
30 Ekim
26 okur puanı
Aralık 2017 tarihinde katıldı
O halde başta sorduğumuz soruya cevap olarak yaptığımız araştırmada vardığımız sonucu özetleyecek olursak şunu söyleyebiliriz: Evet,Orta Çağda Islâm dünyasında, yüksek düzeyde bir "felsefe" hareketi vardır. O, özellikle yukarıda temas ettiğimiz alanlar ve bu alanlarda çalışmalar yapan kimseler tarafından temsil edilir ve yine o, gerek özel olarak Islâm uygarlığının ayrılmaz bir parçası olarak, gerekse Batı felsefesinin gelişmesinde önemli bir basamağı oluşturması bakımından evren sel kültür içinde önemli bir yer tutar.
Reklam
felsefenin çoğu kez, doğrudan doğruya varlığın bilgisi olmayıp, varlık hakkında çeşitli yollarla elde edilen bilgi deney ve birikim üzerinde çalışan, onların analiz ve değerlendirmelerini yapan ve bu çalışmalar sonucunda kendi payına bütün bu malzemeyi kuramsal bir sistem içinde bir evren modeline dönüştüren bir etkinlik olduğunu söylemiş, bu
Bunlar, Islam'dan önceki bir dünyada başlatılmış olan bir işi, bir etkinliği devam ettirmekte, bir ilgiyi ve kaygıyı sürdürmekteydiler. Tek cümle ile bu insanlar, kendilerine intikal etmiş olduğu biçimi ile Yunan veya Antik felsefeden tevarüs etmiş olduklar sorun ve konular üzerinde eski Yunan veya Antik çag filozoflarının yöntemlerini uygulayarak insan, evren, toplum, Tanrı vs. üzerinde bir bilgi değerini içeren sonuçlara varmak isteyen insanlardı. Bundan dolayı onların yaptığı işe, o işin eski dünyadaki adı olan ad, onların kendilerine de o işi eskiden yapan insanlara verilen ad verildi veya bu adlarArapçalaştırılarak korundu.

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Bir âlimin varlığın içyüzüne bakışıyla bir şairin kâinata bakışı aynı mıdır? İlkinin gerçeği araştırmaya adanmış bakışlarında küçük bir kırgınlık, büyük bir sükûnet görülürken ikincisinin benzersiz bir cennetin hayaline dalmış kararsız gözlerinde bir hüznün, bir ıstırabın varlığına şahit olunmaz mı?
Bugün romanlar birtakım düşünce oyunlarına dayanan acayip hikâyelerdeki çocukça şekilden çıkarak, tabiatın sırlarına karşı ilim ve fennin kazandığı zaferlere ve insanlığın kalbine dair senelerce sürdürülecek araştırmaların verdiği tecrübelere dayanarak yüksek bir şairane üslupla yazılır. Buna "edebiyat eleştirisi ilmi" tabirini kullanmak uygundur sanırım. Üsluba gelince... Bizde anlatımın yetkinliği yalnız Arapça ve Farsça kelime ve tamlamaların doğru olup olmamasında aranıldığından olsa gerek eleştiriler, itirazlar daima bunlarla sınırlı kalıyor.
Reklam
Biz bu topraklarda Allah ümidiyle gıdalanan, devlet nizâmina aşık Fatih'in çocuklarını arıyoruz. Biliyoruz ki hasta gönül leri tedavi edecek olan, Süleyman Çelebi'den bir beste, Mevlânâ'dan bir nida, Fatih'ten bir selâm, Yunus'tan bir müjdedir. Dostlarım, dost ile düşman birbirine karıştı diye yeise kapılmayalım. Bir büyük dost var ki ondan vaad aldık. Yeisi, zulmü, kahrı yok edeceğiz. Muzaffer olacağız. Ancak unutmayalım ki zafer, ümit ile imandan ayrılmaz. Ümit ile iman dünyamızı aşk ile dolduracaktır. Aşkın korkusu olmaz. Korku ile uyku yu, kuyruğuna basılınca saldırmak illetine müptelâ olanlara terkedelim. Güneşi bir an bile sönmeyen sonsuzluğun yolcularıyız. Hayata söz verdik, ölüme söz verdik, ebediliğe söz verdik. Zaman ve vücut vehimlerini bırakıp korkusuz ve hürriyetini bizzat kendi tasdik etmiş bir ebedî yaşayışın icaplarını yerine getiremiyecek kadar küçülmeyelim. Fatih'in çocukları, siz güneşin batmasından korkar mısınız? O bir vehimdir ve muvakkattir. Yarın sabah güneş mutlaka doğacaktır. O halde güneşi batırdık, batıracağız diyenlerden de korkmayın. Siz uyuyanlardan korkar mısınız? Kendilerini uyanık sanarak uykuda dolaşanlardan da korkmayın. Mevlânâ'nın torunları, siz hak ile konuşmayan dilden, kendini görmeyen cesetten korkar mısınız? Siz korkudan korkar mısınız?
Fatih'in Mirası
Millet kalbini asırlarca Anadolu toprağından ayırmayan ve yüzyıllarca millet kanıyla yoğrulan bu millî vatan, bu mukaddes toprak, Asya bozkırlarına çevrilen şaşkın bakışlardan sırrını esirgedi. Üzerlerine âyet yazılan kemiklerinin şekli şehit ecdadınkine benzemeyen, yüzünde asırların ızdırabı okunmayan, ancak iştihalarını gidermek için bu toprakların üstünde dolaşanlar, Fâtih'lerin eseri olan milli birliğin toprak dâvasına yabancı kaldılar. Şaşkınlar milletin vatanını unutup ırkın vatanına göz diktiler. İnsan... İnsan nerede? Bir dünya düşününüz ki toprak sevgisi ölmüş, gömecek toprak da kalmamış; din bir kısım insanın hurafe kaynağı, birçoklarında haset, kin ve alay mevzuu olmuş; devlet anarşilere feda edilmek isteniyor. Bu dünyada insanı nasıl bulursunuz? Biz bu topraklarda ezan seslerinden idrâk ve duygu toplamış aşk ve irade ateşi almış Fâtih'in çocuklarını arıyoruz. O Fatihler ki Bizans halkını büyüleyen imanıyla Galya topraklarında hazırlanan Haçlı ordularını yerlerinde durdurur. Çöle inen nur ile doldurduğu Ayasofya'nın kubbesi altında Harem-i Şerif'in hizmetkârı olmak ihtirasıyla yanar, dünya saltanatını bırakıp gariplerin dergâhına sığınır, Allah kitabı huzurunda el bağlayıp sabahlar, insan kiniyle değil, Allah aşkıyla gaza yapmaktan usanmazlar...
Milliyetçiliğimizin bayrağı Fatih tarafından Ayasofya'ya çekildi. Yavuz aynı mâbette hilâfeti teslim alırken Büyük Muhammed'in davasının hizmetkârı olacağını haykırarakbu dâvanın ruhuna İslâm'ın mukaddes kanını karıştırdı.Toprağıyla, havasına İslâm'ın ruhu sinen Anadolu'da Osmanoğulları'nın kurduğu ve altıyüz sene onların eliyle gelişen büyük devletimizin yaşattığı ideal işte böyle bir milliyetçilikti. Başından sonuna kadar milliyetçilik davasına sadık kalan, Türkleştirme ve İslâmlaştırma siyasetini ön planda tutan bu devletin yıkılışını milliyetçiliğimizin başlangıcı sayanlar, bizden olmayanlarla, bizi bilmiyenlerdir. İslâm'ın ruhundan tiksinenler, son asırlarda müslümanlığın mümessillerindeki zaaftan kuvvet alarak, tarihin çağları içerisinde gelişen gerçek milliyetçiliğimizi red ve inkâr ederek, iptidâi kâbile ruhunun hayatında milliyetçilik tohumları ve totem kültüründe ruh kaynakları aradılar. Elbette netice hüsran olacaktı. Vatandan uzaklarda vatan aramak, vücuttan uzaklarda ruh aramak gibi bir vehimdi. Bugün bu vehimden kurtulan nesiller, milliyetçiliğimizin prensiplerini, yani dayandığı temelleri uzaklarda aramasınlar.
Hatta Hint'ten Batı'ya geçmiş bir hikâyedir: Hakikat bir kız imiş. Fakat çıplak gezermiş. Nereye gittiyse kabul etmemişler. Sonunda bir kuyuya saklanmaya mecbur olmuş. Hikâye ise dişleri dökülmüş, yüzü buruşmuş, elleri çolak, ayakları paytak, beli kambur, ağzı kokar, burnu akar, gözü kör, kulağı sağır bir kocakarı imiş. Fakat yüzünü düzgünler, takma dişler, vücudunu gayet güzel elbiselerle süslediğinden daima görenle rin makbulü olurmuş. Sonunda bir gün, Hakikat'e kuyusunda rastlamış. Kendi elbisesini ve süslerini vermiş. Ondan sonra Hakikat de gittiği yerlerde kabul görmeye başlamış.
Acizane inancıma göre hikâye, hakikaten insanlar arasında itibara değerdir. İnsan, eğlencesinde de yarar görecek birtakım öğütler bulursa zarar mı etmiş olur? Ahlâkı Ala-i den terbiye görmek hapiste ıslah olmaya, Telemak¹gibi hikâyelerden bir şey istifade etmek ise düzgün bir bahçede ders okumaya ben zer. Hapishanelerde, zindanlarda kaç kişi ıslah edilebiliyor? Düzenli bahçeli okullardan ne kadar bilgili kişi çıkıyor.
Reklam
-Hiç tuhaf biri işte. Daha bu bir şey değil; öyle şeyler diyordu ki insanın tüyleri diken diken olur. Diyordu ki: "Irkımizdaki bozukluk çocuğundan, gencinden, yaşlısından belli Yaşadığımızı sanıyoruz, oysa hayatla dalga geçiyoruz. Bir eşek kadar bile kafamız çalışmıyor; hep kazığı yiyen biz oluyoruz. Ama kendimizi en akıllı varlık sanıyoruz.
Hayat şartlarının pek yavaş değiştiği modern öncesi koşullar da, böyle bir tutum istikrarla çoğulculuğun iyi bir birlikteliğine imkan veriyordu. 19. yüzyılda hayat şartlarının sür'atle değiş meye başladığında, bu, kesin cevaplar talep eden ve aynı anda farklı hakikatlerin bir arada bulunmasını kabullenmek isteme yen bir kültürün meydan okumasıyla gerçekleşti. Kutsal met nin çoğul hakikatine dair bilinç de gitgide kayboldu. Muhtelif eski yorumlar artık diğerleriyle beraber geçerlilik taşıyan seçe nekler olarak değil de, tek doğru yorumu bulmak için yapılan denemeler olarak görüldüler. Şimdiyse en iyisi, tek bir yoruma sahip olmak gibi görülüyordu
Sayfa 121Kitabı okudu
Bu esası kabul edince, yine Kur'an okuma tarzlarına benzer biçimde, Kur'an yorumlarının çoğulluğunu bir zaaf değil zenginlik olarak görürsünüz. Klasik yorumcular, aralarında bazen görece zor anlaşılır olanların da bulunduğu çok sayıda tefsir imkanını yorumsuz olarak yan yana koyarken, yine bu paralel hakikatlerin mümkünlüğü ilkesini takip ederler yalnızca. Fakat 19. yüzyıldan itibaren bu ilke Batı' da artık anlaşılmaz hale gelmiştir. Kur'an yorumlarının anlam katalogları, "skolastik" müşkülpesentlik ve otoriteye bağımlılık olarak görülmüş hatta müfessirlerin Kur'an'ı anlayamadığının işareti olarak kabul edilmiştir.
Sayfa 120Kitabı okudu
Babalar ve Oğullar
[..] Rusya’nın uzak köşelerinden birinde küçük bir köy mezarlığı vardır. Hemen hemen bütün mezarlıklarımız gibi, bu mezarlık da hüzünlü bir görünüme sahiptir: Çevresindeki hendekleri uzun zaman önce otlar bürümüştür; gri ahşap haçları eğilmiş ve bir zamanlar boyalı olan küçük çatıları altında çürümeye terk edilmiştir; mezar taşlarının hepsi de
Sayfa 251 - İş BankasıKitabı okudu
Babalar ve Oğullar
[..] Odintsova Bazarov’a baktı. Solgun yüzünü acı bir gülümseme kaplamıştı. “Bu adam beni sevdi!” diye düşündü Anna Sergeyevna ve ona karşı içinde bir acıma hissetti, candan bir tavırla Bazarov’a elini uzattı. Bazarov da onu anlamıştı. “Hayır!” dedi ve geri çekildi. “Ben yoksul bir adamım ama şimdiye kadar hiç sadaka almadım. Hoşça kalın, efendim,
Sayfa 225 - İş BankasıKitabı okudu
Babalar ve Oğullar
[..] “Katerina Sergeyevna,” dedi Arkadiy titreyen bir sesle ve kollarını kenetleyerek, “sizi sonsuza kadar seveceğim ve sizden başka hiç kimseyi de sevmiyorum. Bunu size söylemek, düşüncenizi öğrenmek ve benimle evlenmenizi rica etmek istiyordum, çünkü ben zengin biri değilim ve her türlü fedakârlığı yapmaya da hazır olduğumu hissediyorum... Bir şey demeyecek misiniz? Bana inanmıyor musunuz? Düşüncesizce laflar ettiğimi mi düşünüyorsunuz? Ama son günleri hatırlayın! Daha geçen gün başka her şeyin (anlayın beni), her şeyin, evet her şeyin iz bırakmadan çoktan yok olup gittiğine inanmayan siz değil miydiniz? Bana bakın, bir tek söz söyleyin... Seviyorum... sizi seviyorum... inanın bana!” Katya, Arkadiy’e ciddi ve pırıl pırıl gözlerle baktı ve uzun uzun düşündükten sonra hafifçe gülümseyerek, “Evet,” dedi. Arkadiy oturduğu sıradan ayağa fırladı. “Evet! Evet dediniz, Katerina Sergeyevna! Bu ne anlama geliyor? Sizi sevdiğime inandığınız anlamına mı... ya da... ya da... sözümü bitirmeye cesaret edemiyorum...” “Evet,” diye tekrarladı Katya ve Arkadiy, Katya’yı anlamıştı bu kez. Katya’nın büyük güzel ellerini tuttu ve heyecandan soluk soluğa bu elleri kalbinin üzerine bastırdı. Ayakta zor duruyordu ve sadece “Katya, Katya...” diye tekrarlıyordu. Katya ise masum gözyaşları başladı, döktüğü gözyaşlarına kendisi de sessiz sessiz gülüyordu. Sevdiği varlığın gözlerinde bu gözyaşlarını görmemiş bir kimse, yeryüzünde bir insanın minnettarlıktan ve utançtan eli ayağı kesilircesine mutlu olabileceğini bilemez. [..]
Sayfa 222 - İş BankasıKitabı okudu
Reklam
Bu devir, sıradan insanların en parlak zamanı;duygusuzluğun, bilgisizliğin, tembelliğin, yeteneksizliğin, hazıra konmak isteyenbir kuşağın devridir...
Belki de bizim gibilerin elinde kalan son şey salakça bir umut. Gelecek saniyelerin üstlerine binerek uçan olaylar bizi ayakta tutuyor. Bütün hayatımız boyunca beklediğimiz ve nerden geleceğini bilmediğimiz huzuru arıyoruz. Ve tükenmez huzur arayışımız hayatta kalmamızı sağlıyor. Aslında yalan söylüyorum Ben hiç bir şey aramıyorum ve beklemiyorum sadece durduruyorum . "Durun!"diyorum. "Gitmenize gerek yok. Onlar size gelirler."
Resim