“…hiç sohbet etmedi babam benimle.Diyecek lafı yoktu.Ben onun kırgınlığıydım.
Allah’a ,köylüye,börtü böceğe ve uçan kuşa ve uyuyan yılana.Akan suya,düşen bebeğe,gökteki aya ve topraktaki tohuma küslüğüydüm.Olmamışıydım babamın,pişmemişiydim…”
“O baktıkça ezilmeye başladı midem.Utanıyordum.Ben istememiştim böyle olmayı…”
:
Bu cümleleri okurken bile boğazımızın ortasına bir yumru oturuyor dimi?
Yazarımız Halil Bey,öyle gerçekçi konuya daha doğrusu konulara değinmişki okurken
anlık umursadığımız ,sonraları kendi dertlerimize daldığımız insanların yüklerini omuzlarımıza bindirip insanlığımızdan utanıyor ve kendimizi sorgulamaya başlıyoruz.
İlk önce şunu söylemek istiyorum.
Albino hastalığıyla yada başka bir hastalıkla mücadele ederleri kusurlu,engelli olarak gören insanların kurtlaşmış,yozlaşmış beyinlerindeki engelleri öldürmeleri gerektiğini düşünüyorum.
Bir insanın rengi yüzünden dakikalarca suratlarına bakmak cehaletten başka bir şey değildir.
:
Buzların içini yararak yeşeren,her zorluğu aşan nadide çiçek “Kardelen” misali
bembeyaz doğan,ailesi tarafından dışlanan ,sevgisiz büyüyen,köyündeki insanların bakışları altında ezilen albino hastası Kudret ,ötekileştirmeyi daha fazla kaldıramayıp kendi gibi olanların yanında huzur bulacağını hayal edip şehre gider.
Ama insanların her yerde aynı olduğunu hatta daha acımasız olduğunu anlar.
Hastalığının verdiği güçsüzlük,yaşamın yükleri ve omuzlarında açılan yaralarıyla kahramanlığıyla kaderine teslim olur.
Ömrünün son gününe kadar içinde sakladığı acıları,mücadeleleri mezarından bizlere haykırıyor.