Halk edebiyatımız büyüktür.
Masa başında oturup şiir yazan hiç kimsenin, oğlu öldürülmüş Çukurovalı ananın "Benim oğlum can verirken/çiçekler çığrışıp açtı" dizelerindeki derinliğe ulaşabileceğini sanmıyorum. Bir yandan kendi dünyası yıkılıyor ama bir yandan da dünya dönmeye, çiçekler açmaya, insanlar yaşamaya devam ediyor.
Halk edebiyatımız büyüktür. "Folklor sanata düşman" gibi tezlerin dayandığı teori, Karacaoğlan'ın tek dizesi karşısında yıkılır gider, çünkü Karacaoğlan, Pir Sultan Abdal, Yunus Emre folklor değil, her biri ayrı üsluba ve edebi kişiliğe sahip soylu şairlerdir. Masa başında oturup şiir yazan hiç kimsenin, oğlu öldürülmüş Çukurovalı ananın "Benim oğlum can verirken / Çiçekler çığrışıp açtı" dizelerindeki derinliğe ulaşabileceğini sanmıyorum.
Sayfa 27 - DK
Reklam
Halk edebiyatımız büyüktür. "Folklor sanata düşman" gibi tezlerin dayandığı teori, Karacaoğlan'ın tek dizesi karşısında yıkılır gider, çünkü Karacaoğlan, Pir Sultan Abdal, Yunus Emre folklor değil, her biri ayrı üsluba ve edebi kişiliğe sahip soylu şairlerdir. Masa başında oturup şiir yazan hiç kimsenin, oğlu öldürülmüş Çukurovalı ananın "Benim oğlum can verirken / Çiçekler çığrışıp açtı" dizelerindeki derinliğe ulaşabileceğini sanmıyorum. Bir yandan kendi dünyası yıkılıyor ama bir yandan da dünya dönmeye, çiçekler açmaya, insanlar yaşamaya devam ediyor. Ne var ki ağıt yakan ana, çiçeklerin sonsuz güzellikteki rengârenk açışını bile birer çığlık olarak algılıyor. Başka insanlara baharı muştulayan çiçekler, onun için doğanın tuttuğu yasa dönüşüyor. Ya da Karacaoğlan'ın "Çukurova bayramlığın giyerken / Üzerinden çıplaklığın soyarken" dizelerini analım. "Çıplaklığı soymak" nasıl bir söylemdir, nasıl bir edebi buluştur. Baharı, kuru dalların yapraklanmasını, çiçeklenmesini, "yeşil kızıl donanmasını" çıplaklıktan soyunmak olarak algılamak, büyük bir şairin imgelem ve söylem gücü değilse nedir?