GAZELIYYAT-I YAHYA
Mef ûlü fâ ilâtün mef ûlü fâ ilâtün "I Aşkun odına ey gül yanarsa cân-ı şeydâ Her bir avuç külinden bir bülbül ola peyda II Mülk-i dile o lebden hakka ki korkı vardur Ca' iz ki bir şererden âlem yana ser-â-pâ III Mey-häne-i mahabbet mestânelerle toldı Peymaneler pür oldı ârif oturma tehnâ IV Dil sâfdur kederden amma güler yüz ister Hüb olmayana neyler âyîne-i mücellâ V Hâl-i ruhını gözler zülf-i siyahın özler Yahya sevâd-i çeşm ü kalbümdeki süveydâ"
Şeyhülislâm Yahya Efendi
Şeyhülislâm Yahya Efendi
"Misafirsin bu hanede ey gönül, umduğunla değil bulduğunla gül, hane sahibi ne derse o olur, ne kimseye sitem eyle, ne üzül."
Reklam
Ziya Paşa ne güzel söylemiş: “Gitti Mecnun hane-i dehri bize bıraktı Bir harap evdir, kalır divaneden divaneye” (Mecnun ölünce dünya evini bize ısmarlamış oldu -zaten- bu öyle perişan, yıkık, ıssız bir evdir ki -ancak- deliden deliye kalabilir...)
Hanımsız hâne, parasız kasaya benzer" diyormuş...
Hapishane, suça eğilimli kişi imalathanesiydi; suç işlemeye eği­limli olmanın hapishane yoluyla üretilmesi hapishanenin yenilgisi değil başarısıdır çünkü hapishane bunun için yaratılmıştı. Hapis­ hane suçun tekrarına olanak tanır, çok profesyonelleşmiş ve kendi içine sıkı sıkıya kapalı suça eğilimliler grubunun oluşmasını sağlar.
Hadi telaşsız bi gün çiz bana... Ruhun ihtiyaç listesi yapılsın mesela... Çocuklar annelerinin elini bırakmasın. Analar yavrularını bırakıp gidemesin o gün. Babalar gözleriyle konuşsun.nasırlı elleri şefkatle dokunsun yüreciklerine hane halkının Telefonların sesi içine kaçsın. Kimse dikkat çekmesin, video çekmesin, nutuk çekmesin. O gün mikrofonsuz, megafonsuz konuşsun bakanlar, bakılanlar... Ezanları, sesinden ruhunu esirgemeyen müezzinler okusun. Zaten sessiz olan sokaklar, dünyalar bu davete sağır kalamasın. Gazete o gün haber yazmasın. Lüzumsuz kelamların ağzını bıçak açmasın. Sonra gece çöksün şehrin sahte ışıklarına. Gündüzün aksi izlensin ruhun derinliklerinde. Geceden devalar damıtılsın ruhu saran...
Reklam
Çatkapı Krates :D
Kinikler faaliyetlerine, Epikür’le Platon’un yaptığı gibi banliyölerde değil, Sokrates gibi Atina caddelerinde sürdürürlerdi. Yine Sokrates’in izinde, yalnızca öğrenci olmaya gelenlere değil, öğrenme hevesi olmayanlar da dahil her türlü insana yol göstermeye çabalarlardı.Kinik Krates (gördüğümüz gibi kendisi, stoacı filozof Zenon’un ilk felsefe hocasıdır) sokakta karşısına çıkanlara musallat olmakla kalmaz, evlere destursuz dalıp hane halkına tembihler verir. Bu huyu yüzünden de “Çatkapı” lakabını alır.
Sayfa 31 - 2: İlk stocılar
Hayır, kütüp­ hane kurmak için değil, kitap, çalmaya değer tek şey olduğu için ve insan bir şey çalmak zorunda olduğu için; çalarak ya da dilenerek, bir şeyi karşılığını vermeden almış olmak için.
Mecelle md. 128 de taşınır mal şöyle tanımlanmıştır: "Menkül, bir mahalden mahall-i ahara nakli mümkün olan şeydir ki nükûd ve urūza ve hayvanat ve mekīylät ve mevzūnata şamil olur". Taşınmaz mal ise md. 129 da: "Gayr-ı menkül, akar denilen hane ve arazi misillu mahall-i ahare nakli mümkün olmayan şeydir" tarifi edilir. (M.)
Sayfa 302 - Footnote.Kitabı okuyor
Mefa îlün mefä îlün mefa îlün mefa îlün
"Ruh-ı dil-dârı rengîn vasf idersin ey dil-i şeydâ Acebdür sözleründen reng almazsa gül-i ra nā Safa-bahş olmada gülzardan mey-hâne eksük mi Kalur mı bûy-ı gülden bâg-bâna nükhet-i sahbâ Düşelden vâdi-i aşka inen çok dil-rübâ sevdüm Hele çok sevdügümden olmadum âzürde-dil kata Cefâsı dil-berün 'âyn-ı vefâdur ey gönül gör kim Cefalar ide ide Kaysı mecnûn eyledi Leylâ Hevā-yı aşk u nâr-ı şevk u âb-ı çeşmün olmasa Kim 'âdem dir senün gibi ayak topragına Yahya"
Şeyhülislâm Yahya Efendi
Şeyhülislâm Yahya Efendi
Reklam
*DERLER* / *DESİNLER* *Hem sînesi pür-dâğ hem âvâzesi muhrik* *Neyden bilinir sûz-i mahabbet neye derler* [Hem göğsü yaralı, hem sesi yakıcı, Neyden bilinir aşk ateşi neye derler.]
Eyvah! Aldandık. Şu hayat-ı dünyeviyeyi sabit zannettik. O zan sebebiyle bütün bütün zayi ettik. Evet,şu güzeran-ı hayat, bir uykudur; bir rüya gibi geçti.Şu temelsiz ömür dahi, bir rüzgar gibi uçar gider. . . . Kendine güvenen ve ebedi zanneden mağrur insan, zevale mahkumdur. Süratle gidiyor. Hane-i insan olan dünya ise, zulümat-ı ademe sukut eder. Emeller bekasız, elemler ruhda baki kalır.
Yer yer açıldı hâne-i tende çerâğ-ı ye's Etti kaza derûn-ı dili dağ dağ-ı ye's Ten evinde yer yer umutsuzluk meşalesi açıldı Kader gönlün içini umutsuzlukla yaraladı.
Sayfa 45
Görüp bildikleri sanat onların verdiği mücadeleyi anlayıp yansıtmaktan epey uzak. Daha ziyade, burun buruna geldikleri sıkıntıları hafife almaya veya bunlarla adeta bir çocuk gibi alay etmeye meylediyor. Bu yüzden insanlar, sabırsızlığın verdiği öfkeyle kıvranan bir çocuğa yabancı dil öğretmeye çalışmalarının , sürekli mont düğmesi iliklemelerinin,berelere mukayyet olmalarının, bir evi layıkıyla çekip çevirmelerinin , umutsuzluk anlarını ustalıkla kontrol altına almalarının ve bu mütevazı ama karmaşık hane içi uğraşlarını her gün yeniden hâle yola koymaya yardım etmelerinin aslında ne büyük kahramanlık olduğunu takdir etmiyorlar. Asla dışarıdan fark edilmeyecek veya büyük paralar kazanmayacaklar, içinde yaşadıkları toplulukta belli bir yer edinemeden ölüp gidecekler belki.
Sayfa 157
Ben İçeri Düştüğümden Beri
Ben içeri düştüğümden beri güneşin etrafında on kere döndü dünya Ona sorarsanız: ’Lafı bile edilemez, mikroskopik bi zaman…’ Bana sorarsanız: ‘On senesi ömrümün…’ Bir kurşun kalemim vardı, ben içeri düştüğüm sene
Resim