Fotoğraflar hep aynı. Her şey değişiyor oysa. Hiç durmadan, hiç ara vermeden değişiyor. Fotoğrafların böyle bir imkanı var, zamanı durdurabiliyor onlar. Her şey değişirken hep aynı kalabiliyor fotoğraflar. Zamanın içinde onları bıraktığımız yerde hiç değişmeden kalabiliyorlar. Her nefeste uzaklaşmakta olduğumuz bir anın, anların hayatımızın bir duvarına çivilenmiş halleri hepsi. Değişip dönüşen, elimizden kayıp giden, zamanın akıntısına kapılarak bizden uzaklaşan ne varsa aşikar eden kareler.
Ne o dalgın bakışlarız artık, ne o zoraki gülümseyişler. Ne de onların tamamen dışındaki başka bir şey. Hangisiyiz gerçekten? Hangisiyim ben? Yıllar öncesinden bugüne bakan o çekingen, o utangaç çocuk muyum? Öyleyse, nerede cebimdeki kuşlar? Nerede çılgın güvercinler gibi gökyüzünde çınlayan o neşeli kahkahalar?
Büyümek azaltıyor insanı bir bakıma. Belki de kum saatinden akan zaman gibi dışından boşaltıyor, içinde biriktiriyor. Çocukluktan da böyle çıkılmıyor mu zaten? Evet, böyle oluyor. Çocukluğa dair her imkan alınıyor elimizden yavaş yavaş. Bir yerden sonra istese de çocuk olamıyor artık insan, ne tarafa gideceğini bilemeyen bir delikanlı oluyor. Çünkü adı üstünde, delikanlı, kanı deli akıyor, içi pervasızca her tarafa birden gitmek istiyor. İstiyor ve zaman gelip geçiyor...
Gökhan Özcan