Dünya hayatı içinde pek çok eksiklik ve yanlışımız olur ve neden, niçin, nasıl gibi soruları hepimiz sorarız; bazen bunalır ve umutsuzluğa kapılırız. Bunların bizi arayıştan vazgeçirmemesi gerektiğini Ebu'l-Hasan Harakani'ye atfedilen şu menkıbe pek güzel açıklar. Cenab-ı Hak, bir gün Harakani'ye tecelli eder ve ona şöyle söyler: “Ya Ebul-Hasan, herkes seni kâmil bir insan biliyor. Zâhirin itibarıyla herkes seni büyük adam zannediyor. Lakin kimsenin bilmediği hâllerini ben biliyorum; ne isyanların var, ne günahların var, ne yanlışların var. Şimdi ben senin bu sırlarını insanlara söylersem, hâlin nice olur?” Ebu'l-Hasan'ın ona verdiği cevap ise muhteşemdir: “Sen bilirsin efendim. Mülkün sahibi sensin. Dilediğini vezir; dilediğini rezil edersin. Sen benim Rabbim, sahibimsin. Benim gizli, saklı her şeyimi, her sırrımı Sen biliyorsun. Hiçbir şeyi Sen'den saklayamam. İstersen İfşa et beni. Ama ey Allahım, ya ben Senin sırlarını onlara söylersem, ne olur âlemin hâli?” Naz makamı derler sufiler bu hâle. İki sevgilinin atışması da denir.
Ebu’l Hasan Harakâni der ki;
“Tandırdan elbisene bir kıvılcım sıçrasa, hemen onu söndürmeye koşuyorsun! Peki dinini yakacak olan bir ateşin, meselâ kibir, haset, ve riyâ gibi kötü sıfatların kalbinde durmasına nasıl müsaade ediyorsun.”
"Herkes, hiçbir şey bilmediğini anlayıncaya kadar hep bildiğiyle övünür durur. Nihayet hiçbir şey bilmediğini anlayınca bilgisinden utanır ve işte o zaman mârifet kemâle erer. Çünkü gerçek bilgi, bilmediğini bilmektir." buyurmuştur.