"Bir insanın yüzü kadar önemli şey yoktur. O kadar ifadeli bir başka şey yoktur. Bir insanın yüzüne ilk defa bakıncaya kadar, onu gerçek anlamda tanımamıza olanak yoktur. Çünkü o bakışla her şeyi anlarız. O bilginin analizini yapacak kadar bilgeliği her zaman gösteremezsek bile. Sen bir ruhun üslubunu hiç düşündün mü, Kiki?" "Neyi?" "Bir ruhun üslubunu. Uygarlığın üslubundan söz eden ünlü düşünürü hatırlıyor musun? Buna 'üslup' diyen oydu. Bulabildiği en yakın kelimenin bu olduğunu söylüyordu. Her uygarlığın kendi temel ilkesi olduğunu, bir tek, yüce, saptayıcı kavramı olduğunu; o uygarlığın içindeki insanların her çabasının, farkında olmadan ve geri dönülmez biçimde hep o bir tek ilkeye sadık oldu-ğunu söylemişti. Bence insan ruhunun da kendine göre bir üslubu var. Kiki. Benimsediği temel tema. Bunun o insanın her düşüncesine, her hareketine, her isteğine yansıdığını görürsün. O yaşayan yaratığın tek salt ve amir varlığı. Bir insanı yıllarca inceleşen, göremezsin onu. Ama yüzü gösterir. Bir insanı anlatmak için ciltler dolusu yazı yazmak zorunda kalırsın. Oysa, yüzünü düşün. Başka hiçbir şeye ihtiyacın yok." "Bu harika bir şey, Ellsworth. Ve eğer doğruysa, büyük haksızlık. O zaman insanlar senin karşında çırılçıplak kalır." "Daha da beter. Sen de onların karşısında çırılçıplak kalırsın. Belli bir yüze tepki gösteriş biçiminle kendini ele verirsin. Belli türdeki bir yüze ... Ruhunun üslubu ... Dünyada insanlardan daha önemli hiçbir şey yok. İnsanların da birbiriyle ilişkisinden başka önemli hiçbir şeyi yok..."
Hazreti Eyyub aleyhisselâmdan bir hikâye anlattı. Rabbimiz, onu bütün vücudunun yavaş yavaş çürüdüğü bir hastalıkla imtihan etmişti. Eyyub Aleyhisselâm, hastalığın son demlerine kadar hiç şikâyet etmeden sabretmişti. Ancak yaralarındançıkan kurtlar zikir ve mârifeti ilâhiyenin mahalleri olan kalbine ve diline iliştikleri zaman, kendi rahatı için değil, Rabbine kulluğuna zarar gelir düşüncesiyle şöyle dua etmişti: "Yâ Rab! Zarar bana dokundu; dilimle Seni zikretmeme ve kalbimle sana ubudiyet etmeme engel oluyor."Cenâbı Hak ihlâslı, safî, garazsız, sırf Allah için yapılan bu münâcâtı gayet harika bir surette kabul etmiş, Eyyub aleyhisselâma afiyetini ihsan etmiş, onu çeşit çeşit merhamet tecellilerine mazhar etmişti.
Reklam
Çalışma odası oldukça küçüktü,üç duvarı kitap dolu raflarla kaplıydı;dışarıdaki bahçeye bakan tek pencerenin önüne bir yazı masası konulmuştu.İçeri girer girmez gözümüze çarpan şey, iri cüssesiyle odanın ortasında yatmakta olan talihsiz ev sahibi oldu.Dağınık kıyafetlerinden, yataktan aceleyle fırlamış olduğu anlaşılıyordu.Kurşun önden ateşlenmiş
Sayfa 162 - Avrupa Yakası YayıncılıkKitabı okudu
Faşizme gönül veren entelektüelleri anlamak gerçekten çok zor. Mesela Knut Hamsun gibi bir büyük romancı, Nasıl oldu da ülkesi Norveç’i işgal eden Nazilere sempati besleyebildi? İtalyan şair D d'Annunzio nasıl hiç sıkılmadan insan kasabı Mussolini’yi öven şiirler yazabildi? Ya Ezra Paund? O harika yazar. Louis-Ferdinand Celine? Anlamak kolay değil, çünkü faşizm daha başlangıçta insanları bir birine kırdıran,millet üstünlüğü fikrine dayalı bir ideolojiydi. Onda bir entelektüelin rüyalarını süsleyecek hiçbir motif yoktu. Madem Knut Hamsun’dan söz ettim; sözü biraz uzatmak pahasına savaştan sonra Norveç halkının ona gösterdiği ibret alınası tepkiyi de belirtmeden geçemeyeceğim: Norveç kurtulunca, halk kendilerine ihanet eden bu yazara hiçbir şey söylemedi. Ne bir protesto, ne bir yazı,ne saldırı… Ama bir gün evinin önüne genç bir kız gelip Hamsun’un kitaplarını bıraktı, biraz sonra yaşlı bir adam geldi ve o da kitapları bıraktı.Derken insanlar ellerindeki Knut Hamsun kitaplarıyla akın akın gelmeye başladılar. Hamsun bütün bunları pencereden izliyordu.Halk çıt çıkarmadan,en ufak bir tepki göstermeden kitapları bırakıyordu.Birinci günün sonunda kitaplar koskoca bir yığın ediyordu artık. Ertesi gün aynı durum devam etti. Kitap yığını büyüdükçe,halkına ihanet etmiş olan yazar küçüldü ve ölümü böyle oldu. Edebiyat Mutluluktur/FAŞİZMİN YANINDA..
Sayfa 156Kitabı okudu
bilgi ve yazı-bilgi nehrin kıyısında yüzen bir kütüğün üzerinde dört tane kurbağa oturuyordu. kütük birden akıntıya kapıldı ve yavaşça nehrin aşağısına doğru sürüklenmeye başladı. kurbağalar memnundular ama meraklanmışlardı, çünkü daha önce hiç gemi yolculuğu yapmamışlardı. bir süre sonra birinci kurbağa konuştu ve dedi ki, "bu gerçekten harika bir kütük. sanki canlıymış gibi hareket ediyor. daha önce hiç böyle bir kütük görülmemiştir." sonra ikinci kurbağa konuştu ve dedi ki, "hayır, dostum, kütük, diğer kütükler gibi ve hareket etmiyor. hareket eden nehir, nehir denize doğru akıyor ve bizi de kütükle birlikte sürüklüyor." ve üçüncü kurbağa konuşup dedi ki, "ne kütük ne de nehir hareket ediyor. hareket eden bizim düşüncelerimiz. çünkü düşünce olmadan hiçbir şey hareket etmez." ve üç kurbağa aslında neyin hareket ettiği konusunda tartışmaya başladılar. kavga giderek hararetlendi ve gürültü arttı, ama bir türlü an-laşmaya varamadılar. bunun üzerine o zamana kadar sessiz kalıp dikkatle onları dinleyen dördüncü kurbağaya döndüler ve onun fikrini sordular. ve dördüncü kurbağa dedi ki, "her biriniz haklısınız ve hiçbiriniz hatalı değilsiniz. kütük, su ve düşüncelerimiz, hepsi hareket ediyor." ve üç kurbağa çok sinirlendiler, çünkü hiçbiri kendisinin tamamen haklı ve diğer ikisinin tamamen haksız olduğunu kabul etmeye yanaşmıyordu. sonra garip bir şey oldu. üç kurbağa birleşip dördüncü kurbağayı kütüğün üstünden nehre ittiler.
Sayfa 86
Katip Bartleby
Büroya girince “Bartleby!” dedim çok ciddi bir ifadeyle, “Ben çok kırgın ve üzgünüm Bartleby. Seninle ilgili iyi düşünceler besliyordum. Senden böylesine hassas bir durumda daha centilmence bir tavır, en azından bunun küçücük bir emaresini beklerdim, yani böyle bir varsayım içindeydim. Ama görüyorum ki yanılmışım. Neden?" diyerek
Sayfa 43 - Timaş YayınlarıKitabı okuyacak
Reklam
Geri111
117 öğeden 111 ile 117 arasındakiler gösteriliyor.