Allâh’ım, Bütün dünyâyı inletsin benim secdem, benim âhım.
Galiba 1926 senesindeydi. Ben hastalanarak İstanbul’a gitmiş, orada tedavi altına girmiştim. (Karesi) otelinde âcizi lutfen ziyarete gelen Akif bana yeni bir şiirini okudu. Galiba (Gece) siydi. Dedim ki: — Hazret, siz vadiyi değiştirmişsiniz! Cevap verdi : — Benim asıl vadim bu idi. Ben şiirlerimi cemiyete faydalı olsun diye yazdım
İstiklal muharebelerinin devam ettiği sıralarda Akif’i görmeli idiniz, O, kafesleri yırtan arsanlar gibi kükrüyordu. Düşman Ankara’ya yaklaştığı sırada Akif hiç istifini bozmadı, onun kuvve-i maneviyesi zerre kadar sarsılmadı; etrafındakilere hep ümit, hep iman, hep cesaret telkin etti. Sanki o, kocaman bir dağ idi!..
Reklam
O yeşil toprağın ey yüzler ağartan (karesi). Şimdi binlerce şehidin kanayan makberesi. Sana hasret kalan evladın için dünyada Varsa kahrolmadan aram edecek yer neresi? Hani gök kubbenin altında görülmüş mu eşin? Dağların bağ, hele vadilerin altın deresi! Ey benim her taşı bir mabedi iman yurdum, Seni er geç bana mutlak verecek mabudum! Bu kıta (Yeni Gün) un 30 Haziran 1338 tarihli nüshasında intişar etmiştir. Safahat’ında bu da yoktur.
Şimdiye kadar hakkında, emsaline nasip pek çok eserler yazıldı. Sanatı, fikriyatı, hayatı, hizmeti tahlil ve tevkir edildi. Ve her ölüm yıldönümü vatanın her kösesinde İstiklal Marşı şairi ve Safahat mubdii olarak hürmet le yada vesile yüzlerce konferans verildi, musahabeler yapıldı ve bu millet yaşadıkça sinesinden fışkıran bu tebcil şerareleri artacak, eksilmeyecektir. Merhumun devrinde yaşayan bütün edip ve şairlerle kendisini yakından, uzaktan tanıyanların hatıralarını, kendisiyle hayatı boyunca fikir beraberliğinde bulunmuş olanlar tarihimize büyük eserler hediye ettiler. En son olarak büyük şairimizin en çok sevdiği dostlarından ve milli mücadele arkadaşlarından, memleketimizin değerli din alimlerinden Birinci Büyük Millet Meclisine Balıkesir Mebusu olarak iltihak eden üstat Hasan Basri Çantay merhum, sağlığında bizlere Akif hakkında etraflı bir eser hazırlamakta olduğunu beyan buyurmuştu. Hayatında onu bastırmak kendisine müyesser olmadı. Fakat Hayr-ulhalefi Mürşit Çantay, merhum üstatın bu emeğini yurt çapında değerlendirmek üzere neşre karar vermiştir. Kendisine bilhassa teşekkür ederiz.
(MEVLÂNA) d a n Delik, deşik, evinin, bir zavallı hane-harap, Görür de halini, her gün eder şu yolda hitap; ≪Yıkılma ha! Beni evvelce etmeden agâh. Çoluk çocuk biteriz sonra hep, maazallah!≫ Bu hasbihal ile yıllar gelir, geçer., derken. Gelir bakar ki bir akşam o âşiyân-ı kühen Yıkılmış, altına almış zavallı âileyi! Görünce karşıdan âdemceğiz bu hâileyi, Yığınla taş kesilen yurdunun harâbesine Döner de der ki: «Meğer aldanırmışım, desene! Ne oldu bunca niyâzım, ey âşinâ-yı kadîm? Çocuklarım olacakken ben oldum işte yetîm Sakın yıkılma haber vermeden demez miydim? Bu muydu senden, a zalim, bu muydu ümidim; Hukuku, ahdi gözetmek nedir, sakın bilme! Yazık, yazık sana sarf ettiğim emeklerime!..≫ O taş yığınları bir hatifi lisan olarak, Zavallı ademe der: ≪haksız infiali bırak! Geçip de karşıma feryat eder misin şimdi? Haber mi vermedim, amma kulak veren kimdi! Diyarlarımda yarık sandığın ağızlardan. Birer zebani tazallüm uzattım, ey nadan! Fakat camırla kapardın da her gün ağzımı sen, Ziyade söyleyemezdim susardım artık ben!≫
Rahmetli Akif’in sanata vurduğu bağ ile bir kısmı, hatta bir coğu kendisine benzemeyen şairleri sevmesi arasında bir tenakuz var gibi görünmez mi? Hayır! Akif’in sanatı bağlaması yüksek Vatanperverliğinden, İnsani ve ahlaki düşüncelerinden, o şairleri sevmesi de onların sanatkar olduklarındandır.
Reklam
972 öğeden 921 ile 930 arasındakiler gösteriliyor.