Bayramlara Hasret Kaldık
Uzun süredir gerçekten bayram nedir, nasıl yaşanır unutmuşuz ümmetçe. Hemen her bayram Müslümanları acıya boğan saldırılarla karşılaşıyoruz. İslam coğrafyasının her yanında kan gövdeyi götürüyor, zulümler işkenceler hızını kesmiyor. Filistin ve Gazze yüz yıldan fazladır kanayan yaramız, bitmeyen çilemiz. Doğu
Ruhumun hükmü hasret sehpasında
Münteha bir kelam söz bana düştü
Sunduğu katran olsa da tasında
Münteha bir kalem söz bana düştü
******
Her sualde tattığım bir zehirmiş
Nice eserin müsessiri birmiş
Gönlümün ufkuna dağlar devirmiş
Münteha bir kelam söz bana düştü
******
Vaslında serencam küllendi mana
Kavlim olmadı muhannet dermana
Her ahvali izahım bir rahmana
Münteha bir kalem söz bana düştü
*******
Toprağa bekçi her mezar taşına
Hısım akraba dünya telaşına
Tefekkür bir lokma ölüm aşına
Mühteha bir kalem söz bana düştü
Zihnimde sadece sualler var. Günler geçip giderken biriken tek şey bu sualler zannedersem ve belki biraz da şu solgun sahifeler. Peki, peki ya mesafeler ve onların rakamlarla doldurduğu yollar ve ona tekabül eden onca zaman, onlar da birikiyor mu Yurdanur? Bir adları var mı? Aramızdaki koca boşluğun bir adı var mı mesela? Mesafe ya da hasret değil, demek istediğim. Bir haftayı ya da birkaç bin kilometreyi katettikten sonrasından bahsediyorum; sımsıkı sarıldığımızda bile aramızda kalan, ikimizi bir ve aynı zamanda ayrı kılan o tuhaf boşluğun bir adı var mı? Ya da akşamüstü üstümüze serpilen bir kaç tutam hüznün ve tebessümün hükmü var mı bu hoyrat çölün ortasında? Ya da sadece ben... Ben var mıyım Yurdanur? Bana öyle geliyor ki ben, tayyareci yüzbaşı ya da yetmiş dört olan ben, güneşin kumda bıraktığı çelimsiz bir lekeden ibaretim.
Hükmü var güneşi örten yüzlerin
Yapışır soğukluk bir nasır gibi.
Muradın alnından öpmekse senin;
Güneşi koynunda sakla sır gibi.
Yıldız için açıp kokma kardelen,
Kan rengi gölgeni yakma kardelen.
kahverenginin hükmü altına girmiş, yeşilin varlığını unutmuş, mavinin serinliğine hasret, ölmüş bir köy.. ama önemi yok. asıl mesele ölmüş bir köy değil asıl mesele yaşayan bir adam, onun kör köpeği ve bir mısır fidesi. bu üç can, ölmüş bir köyün içinde yaşamın ta kendisini temsil ediyor. insanı, hayvanı ve doğayı.
köyde kalmış son birkaç adam köyü terk ederken yaşlı adama sorar "sen neden bizimle gelmiyorsun" diye. yaşlı adam da "ekecek mısır tohumum var" diye ekler. yaşlı adama o bir tane mısır tohumu mu seni yaşatacak derler. ama mesele hiçbir zaman tek bir mısır tohumu olmamıştır. mesele hiçbir zaman kişinin hayatını kurtarması da olmamıştır. mesele yaşayarak yaşatma, 1'leri 7 etmek olmuştur.
Ahmet Ümit'in sekiz öyküsünün bulunduğu ilk öykü kitabıdır Çıplak Ayaklıydı Gece.
İsmiyle dikkatimi çeken kitapta her ilk öyküler 70'li, 80'li yılların devrimci gençlerinin hayatından kesitler sunuyor bize.
78'linin Mektubu isimli hikayede Ahmet Ümit öldürülen arkadaşı Enver Kurt'a hitaben onunla bu kavgaya atılışını, heyecanlarını, karakollara düğmelerini yad ediyor, ona özlemle, hasretle, biraz utanarak yazıyor bu mektubu.
İkinci hikayesinde Bir Akdeniz Düşü iki sosyalist arkadaşın yolları ayrı düştükten sonra bir çift mavi göze aşık olmalarını anlatıyor. Gençliklerinin heyecanını en güzel yıllarını temsil eden bu rengi ikisi de buluyor fakat hikayeleri biraz farklı oluyor tabi ki.
Sığınak hikayesinde gizlenmek zorunda kalan ve güneşe, gökyüzüne, denize hasret kalan bir militanı, Ölümün Hükmü Yok hikayesinde polisin elinde olan işkencelere maruz kalan bir yandan ölüm korkusu ağır basan bir yandan sevdiğini aklından çıkarmayan militanı anlatıyor.
En ilginç ve dönemi çok iyi yansıtan hikayesi ise Pezevenk hikayesiydi. Burada örgüt içinde polis olduğu ihbarı şüpheden içi içini yiyen bir üyenin hikayesini anlatıyor. Geceleri uykusu kaçan, evinin önünden geçen bir kişiden şüphelenip stresi sonuna kadar yaşatan bir hikayeydi.
Diğer hikayelerde de çocukluk, arkadaşlık, ölüm temaları üzerinde durmuş.
Genel olarak sevdiğim bir kitap oldu. Kısa kısa hikayeler, akıcı, kolay okunabilir bir günde bitecek bir kitaptı. Ağır okumalar yapılan zamanlarda rahatlatıcı bir kitap olarak tercih edilebilir.
Hüzünler tesadüf değildir. İnsan özler, insan pişman olur, insan sevinir ve hüzünlenir.
Mustafa Kutlu, benim en sevdiğim hikaye yazarıdır. Karakterleri Anadolu insanıdır. Mekanlar bizim hanelerimizdir. Bu yüzden hikayelerinde yabancı değil, çoğunlukla o hikayenin kahramanı , kahramanın yakını oluruz.
Hüzün ve Tesadüf kitabında , hikayeler
Biricik Sevgilinin (sav) hırkalarını düşündün mü hiç?" Kuşçu "Hırka" der demez, Regaib Kandili arifesinde gördüğüm rüyaya kaymıştı aklım. Minberde ve mihrabda vaizi ve imamı açık şekilde görememiştim. Her ikisinde de gördüğüm abaydı aslında. Keza gördüğüm o abayı Efendimizin (sav) meşhur abasına benzetmiştim.
"Ey Ehl-i Beyt!
Gel gökyüzüm güneş görmez
Sensiz ömrüm bahar olmaz
Sen gelmezsen ölüm durmaz
Canımın damı hükmü yetmez
Hasretin bağrımda susmaz
Deler geçer sözü saymaz
Sen gelmezsen ölüm durmaz
Geçmişinde mi hatrı olmaz
Kuş kafeste sesi çıkmaz
Kafesi açsanda uçmaz
Sen gelmezsen ölüm durmaz
Kuşun canı kuşta kalmaz .
Bir adları var mı? Aramızdaki koca boşluğun bir adı var mı mesela? Mesafe ya da hasret değil, demek istediğim. Bir haftayı ya da o birkaç bin kilometreyi katettikten sonrasından bahsediyorum; sımsıkı sarıldığımızda bile aramızda kalan, ikimizi bir ve aynı zamanda ayrı kılan o tuhaf boşluğun bir adı var mı? Ya da akşamüstü üstümüze serpilen birkaç tutam hüznün ve tebessümün hükmü var mı bu hoyrat çölün ortasında? Ya da sadece ben... Ben var mıyım Yurdanur?
LYSANDER
Aşkım, nasıl da betin benzin atmış öyle... Nasıl da solmuş yüzündeki o güzelim güller...
HERMIA
Yağmura hasret kaldılar, ondandır. Ama gözlerimdeki fırtına birazdan sağanağa dönecek.
LYSANDER
Ne acı! Tarihte de, hikayelerde de gerçek aşıkların işi rast gitmiyor. Aşıkların ya kanları
uymuyor...
HERMIA
Ne korkunç! Yüksekteki alçaktakinin hükmü altına alıyor.
LYSANDER
...ya da yaşları...
HERMIA
Allah kahretsin! Çok yaşlı birine genç biri yakışır mı!
LYSANDER
Ya da çevreleri uymaz...
HERMIA
Aman Allahım, başkalarının gözlerine göre mi seçecek seven sevdiğini...
LYSANDER
Tam denk düşse de sevenle sevilen, savaşlar, ölümler ve hastalıklar kuşatır etraflarını... Bir ses
gibi belli belirsiz, bir gölge gibi hızlı, bir düş gibi kısa, gece çakıveren bir şimşek gibi aniden yaşanıp bitiverir. İnsan daha aklını başına toplayıp "dikkat et" diyemeden gecenin dişleri ışıltılı olan herşeyi bir anda silip süpürür.
Merhabalar 🙋♀️
Şiirlere gönül verenler için yine güzel bir öneri ile geldim arkadaşlar
Kitabın önsözüne düşülen not İçin yazarımıza gönülden teşekkür ederim
Eserimiz “Dünya üzerinde hiç bir kadının siddete maruz kalmaması temennisiyle….”notunu düşen yazarımıza bu farkındalığı icin tebrik ediyorum
Kadınlara değer verenlere selam
•hasret kaldık masumiyete, sadakate, sadeliğe, içtenliğe, hükmü sadaka olan içten bir tebessüme... oysa ki kardeştik, dünya kör eyledi gözleri mühürledi dudakları kendine.. hasret kaldık dost kelamına, iki çift muhabbete.. hasret kaldık her şeyin en güzeline...