Gavsımız Seyyid Abdülbâki bizim Pendik'teki evimizde misafirdi. Aldığım eşyaları Gavsımız Abdülbâki hazretleriyle beraber eve taşıdık. Eşim evdeydi. Ben eşime, “Seyyid Abdülbâki hazretleriyle biz geldik” dedim. Seyyidime, “Sen şu misafir odasına gir, ben takside kalan eşyaları getireyim” dedim. Gavsımız,
“Mehmet, bilmez misin, teke tek ben senin eve girersem senin hanımınla ebedi haram fiili işlemiş olurum. Ben kapıda dururum. Sen git, eşyanı getir” dedi.
Ahmet Cemil için bu felaket öyle bir beklenilmeyen darbeydi ki bir müddet bütün beyni donmuş gibi şaşkınlık içinde kaldı.
Onda şiirle uzun süre uğraşmak hastalıklı bir hassasiyet meydana getirmişti.
Öyle bir hassasiyet ki, o illete tutulanları başkaları için anlaşılmaz, mantıklı olduklarına kesin bir hüküm verilemez, hareketlerinde, fikirlerinde,
Sinirli bir yapıya sahip insanların sözde "hassasiyet"leriyle birlikte bencillikleri de artar; kendi rahatsızlıklarına giderek artan bir dikkatle yaklaşır, aynı rahatsızlıkları başkalarının sergilemesine tahammül edemezler.
“Bir travma yaşarken dayanabilseler de kurtuldukları anda… paramparça olurlar.”
Travma. Bununla nasıl başa çıkıyorsun? Bu sana ne yapıyor? Yoğun, üzücü ve korkutucu. "Karanlık Oda Kuralları", büyük bir hassasiyet ve özenle, acı verici derecede güzel bir düzyazıyla anlatılan, unutulmaz bir travma ve iyileşme hikayesidir. Okumaya başladıktan kısa bir süre sonra midem çalkalandı ve göğsümün etrafını saran bir bant sıktı. Saye'in başına gelenler yüzünden değil, Saye tam bir pislik olduğu için. Ve sonra kaçırıldı.
Bir gencin hayal edebileceği her şeye sahip, zengin, ayrıcalıklı bir çocuk olan Saye'den neredeyse nefret ediyordum ama kaçırılan Saye'ye o kadar çok sarılmak istiyordum ki. Daha kötüsü olamaz diye düşündüğümde öfke tenimi yaktı ve gözlerimden yaşlar aktı.
Bu hikaye sadece kaçırılan Saye ile ilgili değil. Aynı zamanda sonrasındaki olaylarla, gündelik dünyaya geri dönüşle, travma geçiren bir çocuğun kendini yeniden bulmak zorunda kalmasıyla ilgili. Boğazımda kocaman düğümler oluştu ve çok ağladım. Sonuçta Karanlık Oda Kuralları umut verici bir hikaye ve bundan çok mutluyum.
İbn Arabi (ks) "kerb"i nefesini zorla tutan birinin çektiği sıkıntıya benzetir. Yani doğuştan gelen yapılarında mevcut olan cemâl potansiyeli gerçekleşmezse özellikle genç kızlar, nefesini tutup da veremeyen biri gibi bunalıma girerler. Ağırlıklı olarak erkeksi bir varoluş tarzı yaşayan hanımlar için hassasiyet, gönül alıcılık, incinmiş duyguları tamir etmeye isteklilik, kaba dil kullanmamak, anlayışlılık, namus, fedakârlık, çocukları sevme, sadakat, başkalarının ihtiyaçlarına duyarlılık, yaratıcılık, estetik, sanat, âhenk, incelik, affetme, kusurları örtme, merhamet, muhabbet, şefkat ; kısaca ince kadınlık ve annelik hâlleri bir ayrıntı değil, mutlulukları için zorunlu birer önkoşuldur.
Kimimiz için kolay olan durumlar kimimiz için ağır tahribatlar yaratabilir.
Bazen yapmaya çalışırken yıkıyoruz istemeden.
Filiz içinde durum böyle olmuş. Filiz'in hikayesini okurken tüm duygu durum değişikliklerini yaşattı bana yazar. Yeri geldi empati yaptırdı, yeri geldi keşkelere boğdu. Yeri geldi hüzünlendim, yeri geldi öfkelendim.
Hayatımda bazen bizzat yaşadığım, bazen başlarında şahit olduğum anlar geldi gözümün önüne.
Hassasiyet, sevginin kıymetini bilme, güveni kötüye kullanmama gibi bir çok kavramın kusursuz ifadesini gördüm satır aralarında. Bazı sayfaları tekrar tekrar okudum hafızama kazımak adına.
Yazarın ilk kitabının hayırlı olmasını ve bol okuyucusu olmasını diliyorum. Çünkü gerçekten hem yalın hem akıcı dili ile güzel bir roman olmuş.
1922 yılında okuduğu kitaplar arasında Reşat Nuri (Güntekin)'in Çalıkuşu romanının da olduğu bilinmektedir. Siirt Milletvekili Mahmut Bey'in günlük notlarından onun Çalıkuşu'nu okuduğunu öğreniyoruz: "21 Ağustos 1922, Akşehir - Düşmanda bir hassasiyet var. Bizim tarafta fevkalâde bir hareket, bir şey olduğu hissetmiş gibi… İki gündür Paşa, Çalıkuşu'nu okuyor. Öyle beğendi ve sevdi ki… Büyük hareketlerin arifesinde böyle bir şey okumak da çok dinlendirici. 22 Ağustos 1922. Bugün de Akşehir'deyiz. Paşa, daireden çıkmadı. Akşama kadar Çalıkuşu'nu okudu. Çok memnun oldu, takdir etti." Mustafa Kemal Paşa ileriki yıllarda Çankaya'da kütüphanecisi Nuri Ulusu'ya; Reşat Nuri Güntekin'in Çalıkuşu ile Aka Gündüz'ün Dikmen Yıldızı romanlarını çok severek okuduğunu bizzat söylemişti. Reşat Nuri'nin Çalıkuşu romanı 1921 yılında Vakit gazetesinde uzun süreli olarak yayımlanmıştı. İyi bir aileye mensup genç bir kızın Anadolu'ya giderek öğretmenlik yapması, kurtuluş mücadelesi yapan Türk toplumu için bir umut ışığı olmuştu. Kitap ise 1922 yılında basılmıştı. Savaş anında bile eğitim konusunda yapılacaklardan kendisini soyutlayamayan Mustafa Kemal Paşa'nın Çalıkuşu romanını sevmesi ve takdir etmesi doğal bir sonuçtu.
Yaşadığımız dünyada sözlerin teminatı yok, çünkü sözlerin bizi insan ettiği veya insanlıktan çıkardığı konusunda bilgilerimizi kaybettik ve kaybetmekteyiz.Kaldı ki insan kalmak, insan vasıflarına hassasiyet göstermek anlamlı şeyler midir günümüzde?