Heykel ve Taş Başlığının zihinlerde canlandırdığı imgeye bir unsur daha ekledi ve bu sayede gerek söyledikleri gerekse edebiyat kariyeri daha anlaşılır hale geldi:Heykelden Taşa.
…
Böylece edebiyat sezgisini daha açık şekilde anlayabilmek mümkün oldu.
Neden sezgi diyoruz? Çünkü bu sayfalarda kendini programlanmamış bir yazar olarak tanımlayan Jose Saramago, sistematik bir düşünce sürecinin ardından yazım yaklaşımının değişmiş olduğu sonucuna varmış değildi. Yöntem ve amaçlarına dair bir tanı geliştirmek uğruna, katettiği yolu Loyola’lı Aziz Ignatius kusursuzluk üstüne kurmamış, doğal bir biçim benimsemişti, çalışırken gözlemlediği kadarıyla kaçış noktasının dayatmacılığı yüzünden en merkezdeki fikre odaklanmaktan başka bir şeye fırsat bulamıyordu. Böylece kitapları yalınlaştı, giderek daha ölçülü hale geldi, ama bir yandan da, söylediklerine açıklık getirebilmek için, görünenler kadar biçimlerin kıvrımlarında, saklanları da aktarmak gerektiğine inandığı zamanlardan kalma güzelliğini kaybetmedi. Torino’da duyumsadığı sezginin ardından anladı ki asıl ilgisini çeken, taşın içini betimlemekti, böylece büyük sorular sorabileceğine, hata belki bu soruların yanıtlarını ifşa edebileceğine emindi. Ölmeden aylar önce Jose Saramago Kabil’i yazdı, safi kurmacadan meydana gelen düz bir çizgi halinde akan bu müthiş roman, İnci’nin metnindeki görüşleri irdeliyor, bunları dile getirirken hiçbir boşluk bırakmayacak denli iddialı bir tavır takıyordu. Bu kitabın sonu, Jose Saramago’nun yazarlık kariyerinin de sonu olarak görülebilir: “Hikaye bitti, anlatacak başka bir şey olmayacak.”
Sayfa 11 - Kırmızı Kedi Yayınevi