Bütün bunlar, insan beyninin kafatasın içinde olduğunu düşündüğümüzden kaynaklanıyor olabilir, ama değil işte. İşin aslı, beyin Hazar Denizi'nden buraya rüzgârın esintisiyle geliyor.
Eskiden bir sis perdesinin arkasından seyrediyordum dünyayı... Bunun sebebi de beynimizi kafatasımızın içinde zannetmemiz!.. Kafatasına hap-solmuş bir beyin nasıl düşünebilir? Halbuki beyin dediğimiz şey elle tutulmaz gözle görünmez bir esintidir.
Gogol'un ilk okuduğum eseri.Edebiyat alanında öncü bir yazar olduğuna bu eserde rast geldim. Gogol'un Dostoyevski ve Tolstoy kadar iyi, belki de çok daha iyi bir yazar olabileceğine inandığım nadir kişilerden. 2 Farklı öyküyü bir kitaba sığdırmış ama yazsa bin sayfa da yazarmış.
Yorgun ve buğulu gözler, Tanrı'nın üstümüze örttüğü karanlık perdenin ardını seçmeye uğraşıyordu. Bu nasıl bir karanlıktı? Şafaktan önceki mi? Yoksa gecenin, yalnızlığın ve umutsuzluğun habercisi olan akşam karanlığı mı?