Çoğu zaman, insanları değerlendirirken yarı yarıya yanıldım, ama hiçbir zaman büsbütün yanılmadım; kaldı ki yanılmamın da isabetli olduğu durumlar var; Çünkü ancak yıldırım gibi güçlü ve kaynak suyu gibi sağlıklı bir hayat söz konusu olabilir burada.
Ben, içinde dostluk sevgisini doğuştan taşıyan adamı severim. Kanı tensel tutkuyla kaynayan kadını severim. Hiç pazarlıksız, delicesine onlara veririm kendimi. Bu bana pahalıya patlar, ama uğradığım hiçbir hayal kırıklığı, arzularımı azaltmadı, hiçbir zaman da azaltmayacak.
Bir kumarbaz hırsıyla şansımı her yerde ararım. Her zaman büyük oynarım, çünkü küçük hesaplardan, eli sıkılıktan nefret ederim. Yanıldığım takdirde de hiçbir şey kaybetmem; öteki taraf kaybeder, insan kendini bütünüyle verirse hiçbir şey kaybetmez. Öyle olsa, kendini hiç düşünmeden ve ayrım yapmadan sunan güneşin de tükendiği idda edilebilir. Bu arada kendiliğinden eriyen buz dağları da erirlerse erisinler! Ancak kazandığımda elime hazine geçer. Dostluktan kaynaklanan sevgiden söz ediyorum, çünkü maalesef tensel zevk yıldırım gibidir; şiddetlidir, ama uzun sürmez.
Kendi hayat hikayesini anlattığı Suyu Arayan Adam adlı kitabında, Şevket Süreyya Aydemir’in hayat hikayesi ile o dönemde yaşanan tarihsel olaylara farklı bir bakış açısı yakalıyoruz..
Vakit öğleni geçmişti. İnsanın yüzüne alev alev vuran yakıcı güneşin etkisi azalmıştı. Rüzgar yoktu lakin evin yanında akan derenin başındaki iğde ağacının yapraklarının hışırtısı ve kokusu insana huzur veriyordu. Bir müddet ağacın gölgesinde oturdu. Kokuyu içine çekti. Sonra yokuş yukarı yürümeye devam etti…
Zeynep’in annesi ile birlikte