Haydar Yıldız

Haydar Yıldız
@haydarim
Niye susardı peki insan, neden başını öte yana çevirirdi? İçindeki iblisten değil, dışındakilerden korktuğu için. Yanlış mahcubiyetler yüklenmeye talimli olduğu için. Başkalarının acısından muaf kalabileceğini sandığı için, felaketlerin bulaşıcı olduğunu anlamadığı için. Başını öte yana çevirip susar ve kendinden hem bir cehennem hem de bir cehennem zebanisi yaratırdı. Sonra o cehennemde kendi de yanardı. Dışarıda ne çok suskunluk var diye düşündüm, içeride ne çok ağırlık. Uzun süren bir suskunluğun parçası olmanın utancıyla, avuçlarıma geçirdim tırnaklarımı. Canım yandı. Canım yandı. Zaten canım yansındı.
Sayfa 291Kitabı okudu
Reklam
Çok kaybolmanın bir avantajı da bu, yolu bulduğu zaman fazladan seviniyor insan. Vardığı menzilin kıymetini biliyor. Bundan böyle, içeride ve dışarıda kayboldukça, söylenmek yerine şükretmeye karar verdim. Neticede, kaybetmeden hiçbir şey bulunamıyor.
Sayfa 288Kitabı okudu
Genç bir kız oturuyor orada. Adı Handan. Bütün sözlüklerden emekliye ayrılmış. Anlatmaya en az yarayanın kelimeler olduğunu anladığından beri daha az konuşuyor. Söylediklerini dinlemeyenler, sessizliğinden de mana çıkarmaya çalışmıyor.
Sayfa 177Kitabı okudu

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Göğe baktım tekrar uzun uzun. Her şey korkunçken bile onun haşyetinde insanı hafifleten, biraz uçmaya, biraz çakılmaya benzer şifalı bir yan vardı.
Bir zamanlar..
Hem az konuşulurdu, hem de herkes kendisine söylenen sözü dikkatle dinlerdi.
Reklam
"... kurbanlarımızı hep ölü bulurduk." Jerzy Kosinski / Boyalı Kuş
Görmenin bir tür lanet olabileceğini erken farketmişim. Mahallede kör bir köpek var, Çollo. Ha bire peşinden koşuyorum. Çok gören biri, kendini ancak az gören biriyle tamamlayabilir çünkü bence. Fazlalık da bir nevi noksanlık neticede. Herkes ne yapıyorsa onu yapmak ister beş buçuk yaşındayken insan. Ve bu arzusu devam eder büyüyünce de. Kendine benzemeyenlerden korktuğu kadar, başkalarına benzeyememekten de ödü kopar.
Yeni doğmuş sabileri düşünüyordum mesela. Ne hasenata hayrata, ne falsoya feseda mecali olanları. Sallanan bir beşikte, sersem sepelek seyrederken alemi, hepi topu diş çıkarmayı filan beklerlerdi. Sonra ne zaman çıkarırlardı dünyaya dişlerini? Ne ara bilerlerdi? Ne vakit başlarlardı bile isteye incitmeye diğerlerini? İlk gerçek günahlarını ne zaman işlerlerdi?
Kırdığım kalpler, tutamadığım sözler, söylediğim yalanlar, çevirdiğim dolaplar, heveslerim, hırslarım, arzularım. Üstü fazla verilen paraları, karşılık veremeyeceğim aşkları geri çevirmediğimde olmuştu; yalan söylediğim yahut gerçeği gizlediğim de. Önemli ve önemsiz hatalar yapmıştım. Tabi kıymetin, hatanın müsebbibi değil, mağduru tarafından biçileceğinin farkındaydım.
... David, teslim olduğunu belirten bir hareketle, “İsa Mesih! Müslüman bulamıyorum!” dedi.
Reklam
“İşte böyle!..” dedi David, sıkıntıyla! Daha sonra, Diana‟ya bu muğlaklığa dil reformunun neden olduğunu anlattı. “Şimdi, mesele, dildeki muğlaklığın düşünce yapısını ne kadar muğlaklaştırdığını anlamakta! Türkler, acaba, berrak düşünebiliyorlar mı? İlliyet meselesini çözebildiler mi?”
“Ah, Mrs. Pavloviç,” demişti, “Sana Şafak‟ın yeşil elma, kekik ve tarçın koktuğunu nasıl anlatayım?
"Yaşamak hakkından vazgeçmek ne kadar güzel! Hatırlanmadan, gönüllerden silinerek, unutularak yaşamak, ondan da ne kadar güzeldir!"
“Hiçbir şey göründüğü gibi değil, sevgilim!” diye içini çekti David Pavloviç, “Bu ülkede, bu duyguya sık sık kapıldığımı fark ediyorum!”
Resim