Sevmek cesaret ister,
Benim cesaretim yok.
Aşkta gurur olmazmış,
Benim gururum çok.
Ben sana göre değilim,
Uzak dur, sevme beni.
Benden sana hayır yok,
Ne olur yakma kendini.
Bir hayatım var, acı tatlı,
Bir sevdam var, gizli saklı.
Bırak böyle yarım kalsın,
Ben yalnızlığa alışkınım.
Amir, Valentin.
O kadar güçsüzüm ki sesim bile çıkmıyor
Saat üçtür belki dört uyusaydım ya keşke
Uyanmaktan korkmasam yüz yıl uyurum sanki
Ağaçlar, evler, kuşlar bile uykuda
Bir garip, bir tuhaf, bir huysuzum ki sorma.
Sana söyleyemediklerimi bak gaybına söylüyorum
İçinden konuşma!
Bu yeryüzü bu gökyüzü iyi güzel amenna
Her işte bir hayır var doğru bunları geçmeyelim
Ama bıktım artık şerden hayır damıtmaktan
Misal şimdi yan yana uyumak var
Uyumamakta hayır var da
Uyumakta ne mahsur var
Bir güzel olsak ya senle bu anlaşmamazlıklar niye
Secdelere küs alnımda bir kara bir kara
Kalksak gitsek ya şimdi
Belki Abant olur belki Porsuğun kenarı
Bayram namazından sonra
Ben anlatsam sen anlasan beraberce ağlasak
Ağlamak anlamaktır benimle ağlasana..
" Hayır, halk suçu yadsımıyor, suçlunun kabahatli olduğunu biliyor... Ama halk aynı zamanda her suçluyla birlikte kendisinin de kabahatli olduğunu anlıyor... "
Sayfa 43 - Yapı Kredi Yayınları 2.Baskı İstanbul, Şubat 2009
İbn-i Kayyım el-Cevziyye der ki: "Allah'ın yasaklarının çiğnendiğini ve sınırlarının aşıldığını gören kimsede hangi din ve ne hayır vardır? Allah'ın hududu zayi edilmiş, dini terk edilmiş, Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in sünneti terk edilmiş, fakat o soğuk kalpli, suskun dilli bir şeytan gibi sessiz! Batılı konuşan dilli şeytan olduğu gibi batıla ses çıkarmayan da dilsiz şeytandır. Bu kişi dini hususunda belaya maruz kalmıştır yiyecekleri içecekleri önlerinde kendi riyasetlerinde herhangi bir dertleri yoksa din hususunda ortaya çıkan herhangi bir musibet onları ilgilendirmez. Onların en hayırlıları bu gibi durumlarda üzülüyor gibi yapan ve dilini çıkaran kişilerdir. Fakat bunların kendi şan, şeref ve malları ile alakalı herhangi bir müdahale olsa var gücüyle çalışır, elinden geleni ardına koymaz, inkâr etmenin üç mertebesi olan el, dil ve kalbiyle yapacağını yapar, işte bunlar Allah'ın gözünden düşmüş insanlardır. Allah onlardan nefret etmiş, dünyada en büyük belaya maruz kalmışlardır. Onlar bu belada iken neye uğradıklarının farkında değiller, kalpleri ölmüş hayatı terk etmiştir. Çünkü yaşayan bir kalbin öfkesi Allah ve Rasûlü içindir (dünyalık nedenlerden dolayı öfkelenmez) dine tam olarak yardım etmeye çalışır."
"Belki hayır. Belki yaşamım sıkıcı değil, belki de sıkıcı bir yaşam aramıyorum gerçekten. Ama aslında, ikisi de aynı şey. Ne olursa olsun, hep. Başıma gelenleri kabullenmek zorunda kalmışım. Pek çokları sıkıcılıktan kaçınmaya çalışır ama ben sıkıcılığın ta yüreğine, bağrına girmek için çabalıyorum. Bu yüzden, hayatım sıkıcı derken yakınmış olmuyorum."
Geçti rüzgârın hevesi
Artık esmez ardımızdan
Bizi kim attı bu kuytulara
En geç yarın mı?
Hayır hayır her gün belki
Geçeriz biz bu kıştan
Hayallerimiz kaldı eskilerde
Artık geçti hevesimiz
Edip Cansever (1928–1986) İstanbul’da doğdu. İstanbul Erkek Lisesi’nden mezun olduktan sonra girdiği Yüksek Ticaret Okulu’ndaki öğrenimini yarıda bırakarak babasının Kapalıçarşı’daki dükkânında ticarete başladı ve 1976 yılına kadar antikacılık yaptı. Turgut Uyar ve Cemal Süreya ile birlikte “İkinci Yeni”nin öncü şairleri arasında anılan
Peki hayatımın değişmesini gerçekten istiyor muyum? Birden anladım ki bu soruya "evet" desen bir türlü, "hayır" desen bir türlü. Her iki sonuç da ürkütüyor beni.
İnsanın belleğine yer eden bir eser.Bence eserin en büyük başarısı, karakterlerin iç dünyalarını bize ayrıntılı olarak sunarken, müthiş bir akıcılıkta ilerliyor olması. Kitabın omurgasını oluşturan ana olayı baştan bilmeme rağmen eseri merakla okudum.
15 yaşındaki ikizler Dell ve Berner'in ailesi düştükleri dardan kurtulmak için banka soymaya karar veriyorlar.Aslında ailenin yaşamına damga vuran olay budur.Bunu en baştan biliyoruz.
İlk bölümde ailenin buraya nasıl geldiğini öğreniyoruz.İrlanda göçmeni bir aileden gelen Güneyli bir baba ve Yahudi (Polonya)kökenli bir annenin uyumsuz evliliği, oradan oraya savrulması, parçalanması, suça bulaşması... Ebeveyn olmanın önemi, olamamanın sonucu, bence artık günümüzde de çok sık karşılaşılan yarı ergen ebeveyn olma durumu ve bunun çocuklara etkisi, sonuçları... Aynı zamanda ikizlerin büyüme yolculuğuna da konuk oluyoruz. Kültürel mozaiği rengârenk bir eser ve dönemin ABD kırsalının fotoğrafını çekip önümüze koyuyor.Ayrıca birey olmak, hayır diyememek, kendini gerçekleştirememek (anne karakteri ile özellikle ) kitabın bireysel olarak sorgulattıklarından.
Parsons ailesi suça itilirken Kızılderililer de göz kırpıyor satır aralarından ülkeyi daha iyi anlamamızı sağlıyor.
Soygundan sonra ikizlerden biri annesinin arkadaşı ile sınırı geçiyor ve yolun sonu Kanada'ya çıkıyor. Orada meşakkatli ve gizemli bir hayat karşılıyor Dell'i.Hem Kanada kırsalına konuk oluyor, oranın dinamiklerini görüyor hem de Dell'in ayakta durma mücadelesine tanık oluyoruz.
Karakterleri insanın içine işleyen, akıcı bir eser, okyanus ötesinden.