Ölümün zamanın sonu, dünyanın sonu olduğunu tasavvur ediyorum, en azından benim için. Son günüm gelip çattığında, sevdiğim gibi normal bir sıradan gün olsun isterim. Sadece o gün artık çalışmayayım. Sabah her zamanki gibi yatakta görünmez bir muhatabı düşünerek küçük bir meditasyon yapayım; kendime mahsus ibadetim budur. Uzun bir duşun ardından bileşimini kendi hazırladığım süper müslimi yiyeyim ve alıştığım üzere gazetede göz gezdireyim. Sonra gözde kahvehanelerden birine gideyim; bugün, 30-40 kahve türü bulunduranı seçeyim. Yumuşak bir tür seçeyim, yüzlükler vadisinden elde edilen Ecuador Vilcabamba; ben de öyle ileri bir yaşa erebilsem ne mutlu olurdum. Kahvenin yanında, çilekli pasta yiyeyim. Bu yaşamda mensubu olduğu türün en yakın akrabalarına son bir ziyaret için vaktim kalır. Hayvanat bahçesine uzanır, maymunlara gider, hem ne kadar benzediğimize hem de başlangıçta ufacık olan farklılıkarın büyüyüp nasıl tayin edici ayrımlara vardığına bir defa daha şaşakalırım.
Mesela, hep farklı olanı özlemek gibi bir fark (ki insanı dünyaya açılmaya itmiştir bu) ve yaşamın yeni olanaklarını keşfetmeye hep hazır olmak.