Hele hele! İster miydin böyle bir dilber sevdalansın sana? İstemezdin ha? Aferin! Kızlara inanma, uzak dur onlardan. Aman aklından çıkarma bunu. Bir kızla öpüşmek, tütün içmekten daha hoştur elbette. Ama onu bir kere öptün mü, özgürlüğü yüreğinden sil artık. Seni öyle görünmez bağlarla kendine bağlar ki, bir daha koparamazsın. Bütün benliğini yitirirsin. Evet! Kendini kızlardan korumalısın! Öyle de yalancıdırlar ki! Seni dünyada her şeyden daha çok sevdiğini söyler ya, toplu iğne ucuyla şöyle bir dokun bakalım; dünyayı başına yıkar alimallah! Bilirim ben onları! He-hey! öyle bir bilirim ki!
Pdf
Ya oldukları gibi görünmek , tarihe öyle kalmak isteyenler ya da hiçe olamayacaklari kişiliklere bürünmeye he eş edip bu gardiroptam kendilerine hüviyet seçenler.
Sayfa 428Kitabı okudu
Reklam
O Mün'im-i Hakikî bizden o kıymetdâr ni'met- lere, mallara bedel istediği fiat ise, üç şeydir. Biri zikir, biri şükür, biri fikirdir. Başta "Bismillah" zikirdir. Ahirde "Elhamdulillâh" şükürdür. Ortada, "Bu kıymetdâr hâri- ka-i san'at olan ni'metler Ehad, Samed'in mu'cize-i kudreti ve he- diye-i rahmeti olduğunu düşünmek ve derketmek" fikirdir. Bir pâdişahın kıymetdâr bir hediyesini sana getiren bir miskin adamın ayağını öpüp, hediye sahibini tanımamak ne derece belâhet ise, öyle de; zâhirî mün'imleri medih ve muhabbet edip, Mün'im-i Hakikî'yi unutmak, ondan bin derece daha belâhettir.
Yaşını başını almış bir adam olan Profesör, zamane gençlerinin aklından geçenleri öyle çok merak ederdi ki, hiçbir ye- niyetmenin aklına gelmeyecek kadar uçuk ihtimalleri bile he- saba katarak düşünürdü. Aslında, Nuh Tufan'ın terör örgütü filan kuracağı yoktu. Sadece biraz tuhaf bir çocuktu hepsi bu. Profesör, baş kahramanı Nuh Tufan olan bir tür roman yazmaya koyulmuştu. Bu romanda, yeni neslin şiddet seçi- mini anla-t-mayı deniyordu. Profesör, Nuh Tufan'ın ünlü İtalyan gangster Pippo Zaza gibi sıradışı bir suçlu olduğunu yazmıştı. Roman için ihtiyaç duyduğu malzemeyi ona köpek sağlıyordu. Ve tabii hayalgücü... Baretta, Profesör'den 10 bin dolar gibi komik bir meblağ talep etmişti. Fakat Profesör 'in termittent conditioning' uyguluyordu. Yani köpekler üzerinde yapılan bir deneyi, bir köpek aracılığıyla insanlara uyarlamıştı! Kendisinden istenilen şeyi düzensiz aralıklarla veri- yordu. Profesör, 'yem' verdiği zaman ümitlenen, sevinen Baretta, istediğini alamadığı zaman bocalıyordu. Zavallı şapşal, köpek kaçırdığını sanıyordu, fakat kendisi köpek olmuştu! Profesör bir itle iki insan vurmuştu. Bu arada hem o hiç sevmediği Havana'ya iyi bir bakıcı bulmuş, hem de kitap yazmasına imkân verecek zengin bir kaynağa kavuşmuştu. Köpeği kaçıran kişi Baretta olduğu halde, Profesör, daha ziyade Nuh Tufanla ilgilenmekte haklıydı, çünkü evdeki konuşmalardan anlaşıldığı kadarıyla, Nuh Tufan Meyvertigo meyve sularının batmasını sağlayan kişiydi. Baretta'nın şimdi yaptığı ise Nuh'a kabaca bir misillemede bulunmaktan ibaretti.
Yavuz abi, Mecnun'un kusuruna bakma.Biz seni biliyoz rahat ol sjsj
"Yaramıyosa yeme sen Mecnun bırak. İki salkım üzümle kafayı buldu adam." "He bi' de suçlu ben oldum yani? Adam yaptığı hırsızlığı bizim üstümüze atmaya çalıştı diyorum ya." "Aşk olsun Mecnun, Yavuz öyle bi' insan mı?"
Sağ kalınmıyor öyle ya bakışlarla. Senin yüzün turna yüzü... Yer yerden kopacak, Ayrılık he mi?
Reklam
Bundan böyle yaşamı he an sona erecek biri gibi düşünmeli, konuşmalı ve her işini öyle yapmalısın!
Eğer senin gönlün varsa, ben seni kaçıracağım. Eğer sen de beni, benim seni sevdiğim gibi seviyorsan, usulca he de, gerisine karışma. He demen gerekmez; eğer sevmiyorsan, bağır çağır, hayır de, buradan kov beni. Bekliyorum dedim. Hayır, kovmuyor. Yalnız yüzü durmadan renk değiştiriyor. Aynı zamanda yanıyor. Durduk öyle. Kısa bir süre geçti. Bana yıl kadar geldi. Baktı yüzüme. Güldü bana. Kederle baktı. Sonra kederini neşeye çevirdi. “Sen beni kaçıramazsın; çek atını, ben seni kaçıracağım!” Dedi. O an anladım ben durumu. Anladım sanıyorum. Şu dünyadan ne ‘sevi’ ler gelip geçmiş değil mi? Böylesini de ilk görüyorum. O an kanatlarımı kaldırıp uçtum.
Feratlar ve küpekler giremez heh
"Montague ve Capuletler gibi yani öyle mi?" "Kim?" "Shakespeare karakterleri gibi yani?" "He yok, bildiğin Cennet Mahallesi ya bunlar."
"Nasıl, değiştirdin mi kafayı?" diyor. Sesinde muktedirlerin alaycı tınısı. Haklı tabi, canımıza okumuşlar sonuçta. "He, bıyık bıraktım," diyorum. Nasıl söylemişsem artık. Bir an duralıyor. Ciddi miyim, dalga mı geçiyorum? "Ben bıyığı sormuyorum oğlum. Kafanın içini soruyorum. Kafanın içi değişti mi?" "Yok," diyorum. "Aynen duruyor. Eskiden nasılsa öyle."
Reklam
"Ben agnostik biriyim Firdevs teyze"
Ben kuşlara sevap olsun diye yem vermem Firdevs Teyze. Ver sevaptır diyorsun ya her seferinde. Ben he he diyorum sana. Ama bilmen lazım. Söylesem anlayacak mısın bilmiyorum ama, söylemezsem de ben çatlayacağım. Bıktım senin bu beni sevaba sokmak sevdandan. Öyle anlamaz anlamaz bakıyorsun ki. Öyle değil hayır. Sevapsa sevap, yazılsın adıma o ayrı. Ama ben bu sokaktaki kuşlara kedilere köpeklere mama ve tabii sana niye yemekti sodaydı çikolataydı getiriyorum zannediyorsun. Adıma sevaplar yazılsın diye mi? Hayır. Ben zaten agnostik biriyim Firdevs Teyze. Ben bilemem, öteki tarafta ne var. Beni bu taraf ilgilendiriyor. İşte şimdi bak bu taraftayız. Bu tarafta olduğumuz sürece de burada olanların hepsinin karnı tok olsun isterim ben. Öyledir bu duygum, kendiliğinden kalbimdedir. Hayat biraz da tok bir karındır. Varsa eğer bir Allah, o benim kalbime bunu böylece koyduğundan öyledir. Emrettiğinden, sevaplar yazacağından değil. Öyledir işte, ben yaşadığım sokakta herkes tok olsun isterim. Kuşlar da tok olsun kediler de tok olsun. Firdevs Teyze de tok olsun. Bu zalim dünyanın bütün unuttuklarını ben unutmayayım diye kalbime yazmışlar. Yani ben kendiliğimden böyleyim
Kaplumbağa evvelden insan imiş... - Laf deyi durmuş karşımda, ne martavallar zırlıyorsun? - Öyleyse dinle... O hem insan, hem de sanatçı. He söyle köpoğlu ne iş tutmuş? - Hamurcu imiş. Büyük bir günah etmiş, Asfas hamur teknesini sırtına yükleterek onu kaplumbağaya çevirmiş.Çayıra salıvermiş... Yarabbim günahı ne imiş acep? Okkalığa eksik hamur koymuş? İşte öyle bir iş etmiş...
Sayfa 27 - Türkiye İş Bankası YayınlarıKitabı okudu
Hediye verirkenki bireysel eda, bir he­ diyenin hediye eden için taşıdığı anlamın ifadesidir. Bunun mutlaka onun hediye verilen için taşıdığı anlamla paylaşılan bir anlam olması gerekmez, hediye verenin bunu göz önün­de bulundurması gerekir, çünkü ikisi arasında göze batıcı bir fark ortaya çıkabilir: Bir kıyafet hediye etmek bana çok şey ifade edebilir, ötekine ise bu hediye hiçbir şey ifade etmeye­bilir. Veya öteki öyle bir şeyin hediye edilmesini çok önem­ser, bana ise öyle bir şey hediye etmek hiç anlamlı gelmez.
Yaa, öyle işte Osman. Bitmez sandığımız bir aşkın daha nihayet dibini sıyırmış bulunmaktayız. İnsan, işlerin bu noktaya geleceğini teoride hep biliyor da pratikte bir türlü kabullenmek istemiyor. Herkes söylerken içinden “He he” deyip geçiyor. Yeri geliyor çeşitli laf ebelikleriyle kendini bile geçiştiriyor. Bazı şeyler gerçekten de yaşamadan öğrenilmiyor Osman.
Halvetiyye
Halvetiyye İslâm dünyasının en yaygın tarikatıdır. Halveti yolunun birçok kolu bugün de Türkiye, Suriye, Mısır, Balkanlar ve Kuzey Afrika ülkelerinde irşadını sürdürüyor. Halvetiyye'de seyr u sülük yedi esmá zikri ile yapılır: Lå ila- he illallah, Allah, Hû, Hak, Hayy, Kayyum, Kahhar... Halvetilik'in pirleri kendi içtihadlarına göre
Sayfa 116Kitabı okudu