Kitabı az önce bitirmenin verdiği büyük şok ve bu psikopatlardan kurtulmanın verdiği rahatlık ile ellerim kafamda 'O neydi öyle?' diyerek kitaba bakıyorum. Yani vay be! Vallahi evlerden ırak.. Kitaba büyük bir heyecanla başladım ve bu heyecan bir an bile sönmedi. Öncelikle o kadaaar akıcıydı kii. İlk başta (hatta sayfasını bile
TURUNCU
Soğuk bir kış gecesiydi. Doğa; yeni yılı beklemiş gibi biriktirdiği en sert ve soğuk rüzgarını üzerimize fırlatıyor, dişlerimizin gıcırdamasına yetecek kadar donuk bir hava dağıtıyordu. Rüzgarın uğuldayışı boşlukta süzülüp aceleyle yüzümü yalayarak geçiyor ve sırasını sonraki hava akımına bırakıyordu. Oldum olası bu sert ve kuru havadan
Resim yapmaya başlasam diyorum. Yaşlılık alameti diyorlar, sen andropoza mı girdin diyorlar, orta yaşı geçkin kadınların en büyük tutkusu diyorlar, aldırmıyorum. Alıyorum boyalarımı , tuvalimi, paletimi. Döküyorum renkleri üstüne paletin . Bir bilene soruyorum yeterli mi diye. Yeterli diyor bilen. Ayrı mı kullanmak lazım diyorum renkleri. Sen
Öncelikle hepinize iyi geceler dilerim sevgili dostlarım. Saat geç olduğu için şu an uyuyup da sabah bu satırları okuyacak olan dostlarıma da şimdiden günaydın :) Hadi gelin hep birlikte yaşamın ucuna kısa bir yolculuğa çıkalım ama bunu yapmadan önce "Türk edebiyatının gamlı prensesi"yle düzenlediği etkinlik sayesinde
İçime çektiğim soğuk hava, değme ilaçlara taş çıkartıcı dinçlik veriyor bedenime. Elbette bu dinçliğin sebeplerinden biri de kendimce muhabbet kurduğum yazarları görme hevesimdir.
Serildi mi önüme dümdüz bir ova! Git git bitmiyor. Ha vardım, ha varacağım, diyorum; bir de bakıyorum, deniz hep o uzaklıkta. Etrafta ne insan, ne de cin; koskoca ovada bir başımayım. Bir aralık, sağımda solumda, acayip otlar, sazlar, kamışlar belirmeye başladı. Bitki denilen şeyin hiç de böylesini görmemişim o güne kadar; içime bir korku düştü. Önüme bakıyorum, kimse yok; ardıma bakıyorum, kimse yok. Ne bomboş bir dünya;
1
Hayatı bir gömlek gibi sıyırsam mı üstümden?
Yüreğimde, kuyruğunu bırakıp giden bir kertenkelenin tedirginliği
Ya da yollar, yollar, yollar boyunca
Bastırıp dursam mı yarama ellerimi?
O kadar kolay değil unutmak
Ölüm bile istemez olur adamı gün gelir
Son anda göze ilişen bir çiçek,
Uzaktan duyulan bir çocuk sesi...
Kan mı tutuyorum
Jack London benim için eşsiz bir yazar.
Kimi okur sevmez belki ,elestirmenler edebi bir taraf görmeyebilir ya da kitaplarında anlattıkları delicesine bir zekâ ürünü kurgu olarak gelmeyebilir ama benim için çok değerli. Bir yazarın her kelimesi içe dokunur,tanıdığın biri hissi verebilir mi?
Içime bu kadar islemesini nasıl tarif edebilirim diye
kimse bir yerlere yetişme telaşında değil bu saatlerde. yalnızca ben bir yerlere varma telaşesiyle oturuyorum burada. izliyorum, dinliyorum, öylece bakıyorum. içinden çıkamadığım bu kaosu kollarımın arasına alıp yalnızca izliyorum. nolur diyorum, içinde benden bir parçaya tekabül edecek insanların olduğu bir odam olmasa da olur, kendimi
Ne yaşarsam yaşayayım, söylemeden büyüdüm.. Konuşamadan.. Anlatamadan.. İçime ata ata.. Cevap vermeden.. Sessizce.. Karşılık vermek istesem de veremedim öyle bir cesaretim olmadı.. Bunun da adını kendimce saygı dedim.. Büyüdüğümü sanıyorum sonra bakıyorum yaşıtlarıma hiç biriyle aynı değilim.. Çünkü onlar yaşıyorlar.. Ben hep yaşıyormuş gibi yaptım.. Var mı böyle kimseler??
Genelde bu saatlerde bir şey yapmam. Aslında yıllardır bir şey yapmıyorum. Düzenli olarak yaptığım tek şey öldürmek. Her yıl, her ay, her hafta, her gün, her saat, her dakika, her saniye bıkmadan usanmadan bir çocuk masumiyeti ile koşturan zamanı öldürüyorum. Öldürülen her an ruhuma atılan bir çentik, melun bir adam olarak ancak bu şekilde