‘Kendimi Lekh’in boyalı kuşu gibi hissediyordum, bir mıknatıs gibi kendi türüme çekiliyor, onlara doğru kanat açma ihtiyacı duyuyordum.’ #alıntı
Kendi türü? Kaç tür insan var ya da neye göre türlere ayrılmış insanlar? İnsan dediğimiz hep aynı yapıdan ibaret değil mi? Saçı, kaşı, gözü, dili, dini türlere mi ayırıyor insanları? Peki çocukları?!
İkinci Dünya Savaşı konu!
Hani şu taş üstünde taş bırakmayan savaş!
İkinci Dünya Savaşı deyince aklıma ilk gelen çocuklar, kadınlar ve gaz odaları oluyor. O sırada #çizgilipijamalıçocuk dikiliyor karşıma.
Burada da altı yaşında bir çocuk anlatılan. Elbette daha küçükleri hatta doğmamışlar da vardı bu zulüm sürerken. ‘Savaşın ilk haftalarında büyük bir şehirde yaşayan aile uzak köylerden birine gönderdi altı yaşındaki çocuğunu.’ Marta’nın yanına, güvende olurdu orada belki Marta kısa süre sonra ölmeseydi. Sonra küçük çocuk dalından kopmuş bir yaprak gibi oradan oraya sürüklendi. Sürüklendi çünkü, gittiği her yerde ten renginden dolayı dışlandı. Dışlanmak kelimesi çok masum kalır yaşadıklarının yanında. Kendine kalacak bir yer bulma gayretiyle yaşadıkları ve tanık oldukları çok, çok ağırdı!
Psikolojik ve fiziksel açıdan altı yaşında bir çocuğun değil yetişkin bir insanın kaldıramayacağı şeylere maruz kaldı! Okurken içimin almadığı, midemin bulandığı, gözlerimin dolduğu, öfkeden ellerimin titrediği satırlar okudum fakat kitap her ne kadar roman olsa da içindekilerin tamamının kurgu olmadığını da bilerek okudum!
Savaş, çocuk, ırkçılık! Hepsinin bir arada işlendiği çok ağır bir kitap bu.
İyi ki okudum. Tavsiyemdir.